23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Ankara15°C

ZAFER HASTALIĞI

Ümit Kahyaoğlu

22 Mayıs 2023 Pazartesi 14:55

Yazılarını ilgiyle ve beğenerek okuduğum, tespitlerine ekseriyetle katıldığım Aydın Ünal, Yenişafak Gazetesi'ndeki köşesinde önemli bir yazı kaleme aldı.

28 Mayıs'ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde 22 Mayıs'ta kaleme alınan yazı, Cumhur İttifakı taraftarlarına hitaben yazılmış ve mutlaka okunması gereken bir yazı.

Bu satırların yazarı da Aydın Ünal'ın bu yazısının daha fazla kişiye ulaşması ümidiyle kaleme alıyor.

İŞTE O YAZI!

Art arda zafer kazanmanın yol açtığı yersiz öz güven ve rehavete “zafer hastalığı” deniliyor.
“Zafer Hastalığı” kavramını terminolojiye 2. Dünya Savaşı’nda Japonlar kazandırmış. 1941’deki Pearl Harbour baskınından sonra Japonlar Pasifik’te girdikleri her muharebede galip gelmişler. Sürekli kazanıyor olmak, Japon komutanlarında rehavete yol açmış ve 1942’deki Midway Savaşı’nda çok ağır bir hezimete uğramışlar.
Tarihte epeyce bir zafer hastalığı vakası var. Örneğin Moğollar bütün Asya’yı, Avrupa’nın yarısını, Anadolu’yu işgal ettikten sonra Ortadoğu’ya yönelmişler. 1258’de Hilafetin merkezi Bağdat’ı almış, rivayete göre 2 milyon 300 bin insanı kılıçtan geçirmişler. Dicle’nin günlerce kızıl aktığı, Bağdat Kütüphanelerinin haftalarca için için yandığı söylenir. Oradan Suriye’ye ardından Mısır’a yönelmişler. Yenilmez bir orduya kumanda etmenin verdiği kibir ve rehavetle ilerleyen Ketboğa’yı, Ayncalut’ta, Memlük Sultanı Kutuz ve komutanı Baybars durdurmuş. Durdurmak ne kelime, Moğol ordusunu darmadağın etmişler. Ayncalut Savaşı tarihin akışını değiştirmiş, Moğol ordusunun yenilebileceğini gösterdiği gibi, imparatorluğun çöküşünün de başlangıcı olmuş.

Selçukluların pek bilinmeyen Didgori mağlubiyeti de zafer hastalığının bir neticesidir. Girdiği her savaşı kazanan Selçuklu ordusu 1121’de Tiflis yakınlarındaki Didgori’de Gürcü ordusuyla karşılaşır. Selçuklu ordusunda öz güven tavan yapmıştır. Karşı taraftan gelen bir Kıpçak müfrezesine aldırmayan ordu ani bir ok saldırısına maruz kalmış, kurulan tuzaklarla kısa sürede dağılmıştır. Gürcüler bugün dahi her 12 Ağustos’ta Didgori zaferini kutlarlar.
Napolyon’un Rusya hezimeti de zafer hastalığının neticesidir. Girdiği her savaşı kazanan Napolyon 680 bin kişilik orduyla Rusya’ya yürüdü. 7 Eylül 1812’de Moskova yakınlarındaki Borodino Savaşı tarihte o güne kadar yapılmış en kanlı savaş oldu. Ağır kayıplara rağmen Napolyon Moskova’yı işgal etti ancak Ruslar çekilmeden önce Moskova’yı ateşe verdiler. Şehirde tutunamayan Napolyon büyük zayiatla geri çekilmek zorunda kaldı. Çok ağır bir yenilgi almıştı. İtibarı zedelendi, ordusunu hatta Fransa’yı kaybetti.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarında ilerleyen İngiltere de zafer hastalığına tutulmuş, kibri ve rehaveti nedeniyle Kutül Amare ve Çanakkale’de itibarını sarsan ağır yenilgiler almıştı.
Yunan ordusunun Anadolu işgali de zafer hastalığına tutulmuştur. İzmir’le başlayıp tüm Ege’yi işgal eden Yunan Ordusu kendisini dev aynasında görüp Ankara’ya, oradan Trabzon’a yürümek istemiş, ancak Sakarya’da durdurulmuş, 1 yıl sonra da Atina’ya kadar koşarak kaçmak zorunda kalmıştır.

Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’nda Rusya’ya girmesi, Stalingrad’da hezimete uğrayıp çöküş sürecini başlatması da zafer hastalığındandır.
“Zafer Sarhoşluğu” “Zafer Hastalığı”ndan biraz farklı. Orduların zaferi kazandık zannedip ganimet peşine düşmesi ya da erken kutlamalara başlamasıyla gelen yenilgiler zafer sarhoşluğuna bağlanır.

Uhud mesela böyledir. Zafer kazanıldığını zannederek stratejik noktaları bırakan Ashab-ı Kiram, Uhud’da yenilmemiş olsa da zaferi yitirmiştir. Uhud, zaferin şımartmaması, rehavete sevk etmemesi için asırlardır ibret olarak anlatılır.
1683’teki Viyana Kuşatması da biraz böyledir: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, büyük bir öz güven ve rehavet içinde, şehri bozulmadan almak hırsıyla kuşatmayı uzatmış, Kırım Hanı’nın ihanetiyle kuşatma ordusu saldırıya uğramış, dağılmış ve tarihin seyri değişmiştir. Zafer sarhoşluğu Osmanlı’yı sadece Viyana kapılarından döndürmemiş, çöküşün de başlangıcı olmuştur.
“Sarhoşluk” deyince, pek ilgili olmasa da bir başka az bilinen savaşı hatırladım: Karanşebeş Savaşı. 1788’de Avusturya Ordusu Osmanlı Ordusu’na karşı ilerlemektedir. Romanya’nın Karanşebeş mevkiinde Avusturya askerleri Romanlardan çok miktarda alkol fıçısı satın alıp içmeye başlarlar. Bir başka piyade birliği de eğlenceye katılmak ister ve aralarında çatışma çıkar. Kavgayı durdurmak için “Türkler” diye bağıranlar olur; Osmanlı Ordusu’nun baskın yaptığını zanneden sarhoş askerler sağa sola ateş edip hızla kaçarlar. Çok sayıda asker ölür. Osmanlı Ordusu o mevkie 2 gün sonra gelir ve tek kurşun atmadan, tek zayiat vermeden zafer kazandığını anlar.

“Zafer hastalığı” ve “zafer sarhoşluğu” tarih boyunca nice kudretli orduyu, nice yenilmez imparatorluğu yok etmiştir.

28 Mayıs seçimlerine giderken en fazla kaçınmamız gereken de işte bu zafer hastalığı ve zafer sarhoşluğudur. “Ezer geçeriz” kibri, “Kesin kazanırız” öz güveni, “Bu iş bitti, kazandık” rehaveti, hiç ummadığımız bir anda ummadığımız bir sonuca götürür bizi. Geçmişte bütün seçimler kazanılmış olsa da, bu yeni bir seçimdir, önemli bir seçimdir, zor bir seçimdir. AK Parti teşkilatı bütün enerjisiyle sahada olmalıdır. 14 Mayıs’ta sandığa gidenler hiç fire vermeden sandığa gitmeli, sandığa götürdüklerini tekrar ikna etmelidir.
Bazı hataların telafisi olmaz. 28 Mayıs’ta son bir gayret, gerisi bahar-yaz inşallah.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.