23 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Ankara15°C

YÜKSEKÖĞRETİM 2030 VİZYONU

Talat Yavuz

30 Eylül 2024 Pazartesi 11:09

Sendikamızın üç gün süren 61. Başkanlar Kurulu’nda işlenen önemli çalışma başlıklarından biri de yükseköğretimin gelecek vizyonuydu.

YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı’na göre içine kapalı bir kurum olduğu için mi bilinmez Yürütme Kurulu Üyesinin, “2030’a Doğru Yükseköğretim Vizyonu” sunumunu takip ederken, belgeye keşke yapılan çalışmaların tanıtımı ile ilgili bir madde de yazılsaydı diye düşünmeden kendimi alamadım. Kamuoyunun yükseköğretime dair bilgisi, çok üniversite açıldığı, kalitenin düştüğü, negatif netle bile girilebilen bölümlerin olduğu, bazı bölümlerin hiç tercih edilmediği için boş kaldığı ve piyasada ara elaman bulunamadığı gibi basit tespitlerin ötesine geçemiyor. Tartışmanın, farklı fikirler ileri sürmenin, gelişmiş ülkelerle kıyasın sıradan bir işlem olması gereken üniversitelerimiz, kendilerine ait köklü problemleri tartışabilmelidir. En az Milli Eğitim Bakanı kadar YÖK Başkanı da televizyon ekranlarından, sosyal medyadan toplumu bilgilendirmeli ve en önemlisi de yönlendirmelidir. YÖK önemli çalışmalar yapmış. Bir taraftan kaliteyi artırmaya çalışırken diğer yandan üniversiteleri gruplandırmış ve belli üniversiteleri belli alanlara yönlendirmiş. Üniversitelere teknolojik gelişmelerin takibi, araştırma ve bölgesel kalkınma gibi önemli misyonlar tanımlanmış ve azımsanmayacak kadar da mesafe kat edilmiş.

Üniversitelerin, YÖK’ün çizdiği bu vizyonu taşıyabilmesi ve gereğini yapabilmesi için öncelikle atılması gereken bazı adımlar var diye düşünüyorum. Her şeyden önce kamuoyu denetimini artırmak ve yapısal bazı dönüşümleri hızlıca yapmak gerekiyor. Hoca alımından ekonomik işleyişe, bilim üretmeyi teşvik edecek sistemden üniversitelerin hayatla bağını kuracak yeni çalışmalara kadar, oturmuş, kabul görmüş bir süreç yönetimine ihtiyaç var. Bugün hala ne yazık ki adrese teslim ilanlar ve nepotizm üniversitelerimizi çürütüyor. Bilimsellik adına ahkâm kesenler, ideolojilerine teslim olarak adeta kurtarılmış bölgeler oluşturuyor.

Ülkeyi yönetenler değişse de bu birbirini besleyen, büyüten ideolojik döngü kırılamıyor. Sanki bilim hep onlara yol açıyor, yetenekliler hep bu gruptan çıkıyor. Yoksa kamuoyunda “şu üniversite şunlardan sorulur” diye bir çaresizlik normal bir şeymiş gibi kabul edilir ve yıllarca bu şekilde konuşulur mu? Bir üniversiteye kazaen iş bilmez, aşırı yetkileriyle kanun kural tanımaz bir rektör atandığında, o üniversitede onu eleştirecek, yanlışına karşı çıkacak bir hoca çıkamıyorsa, bilim adamı susuyor ve denetleme mekanizması çalışmıyorsa nasıl olacak?

Temel insan hakları ve özgürlükler nasıl korunacak ve en önemlisi soran, üreten ve vicdanının sesiyle hareket edecek erdemli birey nasıl yetiştirilecek? Her şeye rağmen düzenleyici bir kurum olan YÖK’ün vizyon belgesi umudumuzu artırdı. Yapay zekadan iş dünyası ve sanayi ile işbirliğine, üniversitenin geleceğinden dijitalleşmeye gündeminde olması gereken ne varsa işleme alınmış görünüyor. Ancak rektör atama süreçlerinden kaynak kullanımına, ekonomik dengesizliklerden istikrar tutturulamayan birçok uygulamaya kadar yapısal değişikliklerin gecikmeden gündeme alınması gerekiyor.

2547 sayılı yasanın değiştirtilmesi, geliştirme ödeneğinin yeniden düzenlenmesi, idari personelin yer değişikliği, akademik personelin maaşlarının iyileştirilmesi, doçentlik kriterlerinin geniş konsensüs sağlanarak yeniden düzenlenmesi ve sık sık değiştirilmemesi, toplu sözleşme kazanımı olan servis hizmetinin kesintiye uğratılmaması, öğretim üyelerinin Meslek Yüksek Okullarında görev yapabilmesi, deprem bölgesine özel önlemlerin devam ettirilmesi, güvenlik personelinin sorunlarının çözümü… gibi önemli adımlar da vizyon belgesinin başarısı için hayati öneme sahiptir. Önce insan diyerek problemleri bir bir çözen vizyon belgesi başarılı olacaktır. Değişim, denetim ve liyakat üniversitelerimiz için çok daha önemli kavramlar olmuş durumdadır.