30 Kasım 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara-2°C

SÖMÜRGECİLİK BATILILARIN GELENEKLERİNDE VAR

MHP İstanbul Milletvekili Adayı Av. Zeycan GÜZELSOY?la, ülke ve dünya gündemiyle ilgili hoş bir sohbette bulunduk. Sorularımızı, içtenlikle yanıtlayan GÜZELSOY, Arap baharı ve diktatörler, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki demokrasi algılaması ve

Sömürgecilik batılıların  geleneklerinde var


Z.GÜZELSOY :  Gündemin çok hızlı değiştiği doğru. Hayatın akışı içinde gündemin kendiliğinden değişmesi kaçınılmaz ancak, bazen gücü elinde tutanlardan maaş alan toplum mühendisleri tarafından bilinçli ve önceden  planlanmış olarak da gündem değiştirilir. Bu durumda, ipteki cambaza bakmaktansa, sümen altına atılmaya çalışan konunun üzerine gitmek lazım.

Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

 Z. GÜZELSOY :  Bu, Amerika’nın, Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına en çok uyacak şekilde yeniden şekillendirme projesinin bir sonucu. Amerika’nın, kendi çıkarlarını, dünyanın herhangi bir yerinde görmesi ve ona göre planlar yaparak, uygulaması, beni şaşırtmaz. Sömürgecilik, batı toplumlarının geleneklerinde var. Bu noktada, nefret edilmesi veya öfke duyulması gereken, Amerika’mıdır? Yoksa, kendi halkının menfeati ile hiç bir şekilde bağdaşmayan, Amerika’nın çıkarlarına uygun bir planı, kraldan çok kralcı kesilerek, can siperane uygulamaya kalkan kişiler ya da guruplar mıdır? Kaddafi’nin, gaddar, zalim bir dikdatör olduğundan hiç kuşku yok. Ancak, özgürlük, eşitlik, adalet için isyan bayrağını açanların ellerine, bu şekilde insanlık dışı yöntemlerle kirletilmiş kan bulaşmaması gerekirdi. Teslim olmuş, kendisini yakalayanlardan aman dilemiş, dövülürken bile yapmayın diye yalvaran Kaddafi’nin linç edilerek, yerlerde sürüklenerek, oracıkta  öldürmek yerine, en başta kendi halkına ve tüm insanlığa karşı işlediği suçlar için adil bir mahkemede yargılanması ve işlediği suçların cezası Libya’da idam ise ve mahkeme de idam ceza verecek idiyse, devletin belirlediği kurallar çerçevesinde idam edilmesi gerekirdi. Şimdi, çok daha iyisini vaad eden muhalifler, kendi geçmişlerindeki bu insanlık  dışı izleri nasıl bertaraf edecekler? Daha iyiyi vaad edenin, en baştan daha iyi olması gerekir. Koşullar mükemmelken herkes iyidir, önemli olan çok kötü şartlar altında dahi insanlıktan çıkmamaktır. Diğer yandan bence, Kaddafi’nin sonu, kendisini hangi sınıfta değerlendirirse değerlendirsin, temel olarak gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin zorbaları için eğer gören gözleri ve anlayabilcek kapasiteleri varsa, esaslı bir derstir. Diktatörlerin çoğu çavuşeşko, Adolf Hitler gibi demokratik seçimlerle ve büyük bir çoğunluğun oyunu alarak işbaşına gelmişlerdir. Ama, çok kısa bir süre sonra kendilerini vazgeçilmez, tarihe mal olmuş, mükemmel ve tek lider olarak görmek gafletine düşerler. Aslen zorbaların kısa süreler içinde maskelerini fırlatıp, atmalarında ve gerçek kimliklerini çabucak ifşa etmelerinde ve halka zulmetmeye başlamalarında, zorbanın çevresinde daima sürüler halinde bulunan, ondan payelenen ve asla eleştirmeyen şakşakçıların da büyük payı vardır. Arap baharı, açıkca göstermiştir ki, zorba eğilimler gösteren hiç bir lider, bulunduğu makamın yumuşak koltuklarına, lüks uçaklarına, milyon dolarlık araçlara ve koruma ordularına güvenmesin. Zalimlerden bıkmış ve nefret etmiş halklar, bir yerden sonra artık korkuyu vs. bir kenara atıp, tek bir kıvılcımla kendiliğinden harekete geçerek, yönetim kademesine hasbelkader çıkardıklarını, çok daha hızlı ve en az dikdatör kadar zalim yöntemlerle aşağı indirebiliyor. Amerika’nın tek yaptığı, o küçük kıvılcımı vakti geldiğinde ateşlemek, gerisi zaten kendiliğinden çorap söküğü gibi geliyor.

 Ortadoğu’daki kralları, prensleri bir kenara bırakalım. Peki, nasıl oluyordu da, demokrasinin olduğu bir ülkede, demokratik seçimlerle işbaşına gelen insanlar, zalim bir diktatöre dönüşebiliyor?

Z. GÜZELSOY : Bu sorunuz, bence, siyasal bilgiler veya hukuk fakültesinde doktora yapan öğrenciler için çok güzel tez konusu olurdu. Çok kapsamlı ve ciddi bir konu. Ben, haddimi aşmayarak, mümkün olduğunca kısa cevaplandırmaya çalışacağım. Hukuk fakültesinin son sınıfında kamu yönetimi dersimiz vardı. Prof. Dr. Ayferi Göze hocamız, üstelik her derse bizzat girerdi. Dersin adı kamu yönetimi idi ama, bence, ‘siyaset tarihi’ ismi daha uygun olurdu. Zira o derste, tüm doktrinleri, siyasi felsefeleri, karşıt görüşleri, etraflıca görmüştük. Bir gün hocamız, (demokrasi, kendini düşmanlarından koruyamayan bir sistemdir.) demişti. Gerçekten de demokratik yönetim biçimlerinde, sistemin kendisini yok etmek isteyen, asıl amacı bu olan oluşumlara karşı yeterli savunmasının olmadığı ortadadır. Yani, asıl amacı demokrasiyi yok etmek olan bir siyasi oluşum rahatlıkla demokratik yöntemlerle iş başına gelebilir. Hile karıştırılmamış seçimlerde dahi yüksek oranda oy alabilirler. Ancak, amacı demokratik bir yönetimi devam ettirmek olmadığı için yavaş yavaş sisteme sızarak, savunma mekanizmalarını devreden çıkarırlar. Bunun için çizginin ortasında duranlara, çıkarlar vaad edilir ve çıkarlar sunulur, muhalifler korkutulur veya bir açıkları yaratılır, bulunur, şantaj yapılır. Sistem düşmanı, gerek demokratik yasal sistemi bizatihi kullanarak, gerekse yasal sistemin gizlice dışına çıkarak, amacını gerçekleştirir. Bir gün güzellik uykusundan uyanırsınız ki, başına yasaklamalar gelmiş. Ertesi gün kalkarsınız, yasalar hiç kimsenin haberi olmadan, tartışılmadan, telaş içinde bir gecede değiştirilmiş. Bir sonraki gün, vatandaşların, sokakta iktidarı eleştirmesi dahi yasaklanmış, toplumdaki planlı fısıltılar, toplumu kendi kendine düşman etmiş, herkes birbirinden kuşkulanır olmuş. Bundan sonrası zaten diktatörlüktür. Sizin, o çemberin içinde kendinizi demokrasi ile yönetiliyoruz zannetmenizin hiç bir önemi yoktur. Her halkın, eninde sonunda yaptığı hatadan dönme şansı vardır. Hiç bir toplum, diktatörler yüzünden tümüyle yok olmamıştır. Diktatörler, gelir ve giderler. Halk, daima baki kalır. Sadece halk, yaptığı hatayı ne kadar süre içinde anlarsa, kendi evlatları, evlatlarının çocukları, o kadar az acı çeker. Bir şeyi  çok acı çekerek de öğrenebilirsiniz. Bu, halkın sağduyusuna, geleceği ne kadar öngörebildiğine, eğitimine, biraz da hamurunda özgürlük ve eşitliğin ne kadar olduğuna bağlı bir husus. Ben, en iyisi sevgili Duyuru okurlarına, nacizane ve haddim olmayarak George orel’in (hayvan çiftliği) adlı eserini, boş bir vakit bulduklarında, kendileri için değilse bile, evlatları için okumalarını ve çocuklarına da okutmalarını tavsiye ederim. Zaten, ince ve çok akıcı dille yazılmış bir kitaptır, sıkılmadan okunabilir.

 Biraz da ülke gündemine dönelim. Biliyorsunuz,  Van’da deprem olunca,  herkesin aklına İstanbul depremi de geldi. İstanbul’da, depremle ilgili çalışmaları, yeterli buluyormusunuz?

Z. GÜZELSOY: Öncelikle, depremde hayatını kaybedenlere başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Ayrıca, deprem mahalline en kısa sürede ulaşarak, depremzedelere kucak açan, sıcak yemek dağıtan, çadır kuran, Kızılay’a ve yerel yönetimlere teşekkür ediyorum. Deprem bize, yerel yönetimlerin, mağdurlarla ilgilenmek yerine, halkın yerel sorunlarını çözmeye vakit ayırmaları gerektiğini göstermiştir. O binalara ruhsat veren, denetlemeyen beledeyenin,  depremde yıkılan binalardan sorumlu olduğunu hatırlatmak gerekir. İller Bankası’ndan maddi kaynak gönderdiği halde, şehrin planlanmasında ve belediye hizmetlerinde kullanılmadığı Başbakan tarafından da ifade edilmiştir. Şimdi, ‘devlet yetişsin, yetişmiyor’ diye kızıyorlar. Devlet, elbette yetişecek, her türlü yardımı yapacaktır. Ancak, artık, ortadaki  yerel yönetimlerin, sadece Van’da değil, tüm çevre illerde, kendilerine aktarılan kaynakları, halkın gerçek ihtiyaçlarını çözmek için harcaması gerekiyor. Hazırlıksız olmayı, tedbir almamayı, doğal afetler affetmiyor. İstanbul depremine gelince. İstanbul’da ilçeler, yaklaşık 200-300 yıllık yerleşim merkezleri. İnsanların alışageldiği yaşam tarzları var. Bu yerleşim birimlerinden kopabilmek, çoğu aile için mümkün değil. Çünkü, çoğu hizmetler, merkezi bölgelerde, hastaneler, resmi kurumlar, eczaneler, okullar, alış veriş merkezleri gibi yerlerde. Ayrıca, merkezdeki güvenlik sistemi daha güçlü ve caydırıcı. Dolayısı ile insanlarımız, merkezlerden ayrılmıyor. Şartlar, buna elvermiyor. Merkezlerde, 30-40  yıllık eski sistemle yapılmış binalar var ve bu binaların, depremde yıkılmaması bile mucize olur. Yerel yönetimlerin ilk önce, ilçelerin merkezinde, yeni plan uygulamaları yapılması lazım. Örneğin, tek bir standartda, merkezde imar kat sayısını iki veya üç kat arttırıp yeni imar planı yapılması lazım. Yatırımcıyı cezbedebilmesi için imar kat sayısını arttırmak gerekebilir. Böylece, hem işi alan insanlar ve yanlarında çalıştırdığı çok sayıda işçi ekmek yiyebilecek, hem ev sahipleri sıfırdan yeni yönetmeliğe uygun yapılmış, depreme karşı güvenli ve sağlam bir evin sahibi olacaklar, hem de merkezlerdeki riski uzaklaştırmış olacağız. Merkezlerden başlayarak, ilçelerin sınırları dahilinde bölgeler oluşturarak, merkezden kırsala doğru sistem aynen devam ettirilecek.  Arazi rantçılarının da önüne geçilmiş olunacaktır. Bu çalışmayı, kırsal alanlardan başlatmanın veya yeni yerleşim birimleri yaratmanın, amaçlanan katkıyı sağlayacağına inanmıyorum. Ayrıca, okullar, hastaneler, polis merkezleri, itfaiye merkezlerinin çok sağlam ve güvenli binalara taşınması gerekir. Yürütmeye ilişkin kamu kurumlarının, aynı binalarda toplanması lazım. Binaların güçlendirilmesi konusunda, inşaat mühendisleri, binanın statiğine zarar verdiğini, çok da iyi bir yöntem olmadığını belirtiyorlar. Deprem konusunda sorunları konuşuyoruz ancak, eyleme geçilmiyor. Bazı belediyelerin 5-6 katlı mezarlıklar yaptırmaya başladığını, bazı belediyelerin ise üstüne düşeni yapmak yerine, ceset torbaları depoladığını duyuyoruz. Bunlar depreme karşı tedbir almak değil işin kolayına kaçmaktır. İnsanlar öldükten sonra (pek de üzüldük, ama ne yapalım bu doğal afet vs.) açıklamalarının, hiç bir anlamı yok. Belediyelere aktarılan kaynaklar, çoğu tedbiri almak için yeterlidir. Ayrıca, depremde kim sağ kalır, kim ölür onunda garantisi yok. O neden, alınacak tedbirler, o tedbirleri almayı öngörenleri ve yakınlarını da kurtarabilir.

Bu vesile ile yeni yılınızı da en içten dileklerimle kutlar, herkese huzurlu, mutlu bir yıl dilerim.

 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.