OSMANLI’YI KURAN MİLLÎ ÜLKÜ İLE CUMHURİYET’İ KURAN MEFKURE AYNI MIDIR?
Coşkun Otluoğlu
28 Ekim 2024 Pazartesi 14:09
“Temellerin Duruşması”nda Osmanlı Devleti’ni kuran millî ülkü ile Cumhuriyet’i kuran mefkûrenin hemen bütün unsurlarının aynı olduğu telakki edilmiştir. Gerçekte bu böyle midir?
Meseleleri farklı bakış açılarıyla yaklaşmak mümkündür. Lakin temellendirilen genel hükümler yanlış olduğunda hedef sapmasının da olacağı akıldan çıkarılmamladır.
Gerçekte bugün ortaya çıkan sorunların temelinde zihniyet sorunun olduğunu belirtmekte fayda var. Bütün problemlerin ana kaynağı budur.
Öncelikle Osmanlı Devleti’ni kuran millî ülkü ile Cumhuriyet’i kuran mefkûrenin bütün unsurlarının aynı olduğu telakkisi yanlıştır. Eğer eserin müellifi Osmanlı Devleti’nin kuruluş ülküsü ile İstiklal Savaşı’nın aynı ülküler etrafında birleştiğini söylüyor olsaydı bunda haklılık payı olabilirdi. Lakin İstiklal Savaşı ile Cumhuriyet aynı şey değildir. İstiklal Savaşı’nı verenler elbette bir yeni devlet kurulmasını da kabul ediyor olabilirler. Ama bu savaşı verenler savaş sonunda bir rejim değişikliğini veya milletin kendi değerlerine ters bir tutum ve davranış içinde olmayı hedeflemiyorlardı.
İstiklal Savaşı ile Cumhuriyet Arasındaki Zihniyet Farkları
İstiklal Savaşı’nı veren zihniyet ile Cumhuriyet’i kuran zihniyet aynı değildir. Nitekim müellif eserinde yer yer bunlara işaret etmiştir: “Gerçekte Atatürk bir ihtilalci değil, milletçe istenilen kurtuluşun öncüsü ve Cumhuriyetin kurucusudur. Millî Mücadele boyunca Türk’ün ve İslam’ın bütün değerlerine bağlı kalmıştır.”
Bu cümleden şöyle bir hüküm çıkarılmalıdır: “Atatürk Millî Mücadele boyunca Milletin değerlerine bağlı kalmıştır. Ancak Cumhuriyet ile birlikte bu değerlere bağlı kalınmamış dolayısıyla yeni bir zihniyet ortaya çıkmıştır. Bu yeni zihniyet ile Millî Mücadeleyi sürdüren zihniyet aynı değildir.
Yine eserde: “Zaten önüne geçtiği milletin mensup olduğu din, dil, tarih, sanat, kültür, inanç değerleri, bir çırpıda itilip atılacak tazelik ve basitlikte de asla değildir.” hükmünü vermekten kaçınamamıştır. Öyleyse eserin başındaki Osmanlı Devleti’ni kuran millî ülkü ile Cumhuriyet’i kuran mefkûrenin hemen bütün unsurlarının aynı olduğu fikrini kendi kendine tekzip etmiş bulunmaktadır.
Milleti Hiçe Sayan Uygulamalar
Temellerin Duruşması’nın müellifi gerçekte dilinin altındaki baklayı çıkarmakta zorlanmıştır. Çünkü Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı gibi algılanmak çetin bir imtihandır. Kaldı ki yine eserde Cumhuriyet değerlerini savunan zihniyet ile tarihten gelen zihniyet arasında gece ile gündüz kadar farklılıkların olduğunu yazmaktan çekinmemiştir:
“Özellikle Cumhuriyet’i Osmanlı’dan bambaşka bir devlet ve bizi babalarımızdan, dedelerimizden apayrı millete mensup saymak yanılgının esasını teşkil ediyor. Çünkü; İslamiyet yerine Hristiyanlığı, hatta Türkçenin yerine uydurmacılığı koymaya kalkışacak kadar gözü kara davranmışlardır. Musikide, şiirde, mimaride, törede, eğlencede, terbiyede, hukukta, bize ait olmayan her şeyi zorla uygulamışlardır. Milleti hiçe sayan bu uygulamalar; iyi niyetli olmayacağına göre insanda şüpheler uyandırmaktadır: Bu haller, sanki bizi yok etmek isteyen düşmanla yapılmış gizli bir pazarlığın yerine getirilişidir.”
Millî Mücadelenin Temelleri: Türk-İslâm-Hürriyet-Fazilet ve Misak-ı Millî
Millî Mücadele sağlam Türk-İslâm-Hürriyet-Fazilet temellerine dayandığı halde Cumhuriyet’in ilanı ile Misâk-ı Millî gibi temel umdelerden de uzaklaşılmıştır. Yani millî sınırlarımızı belirleyen ve bir nevi millî yemin olarak adlandırılan bu gayeden Cumhuriyet’in ilanı ile uzaklaşıldığı da Temellerin Duruşması’nda dile getirilmiştir.
Nitekim Millî Mücadele Zaferi’ne rağmen Misak-i Millî sınırları içinde yer alan bugün herkesin bildiği Lozan’daki başarısız görüşmeler sonucunda Musul, Kerkük, Batum, Ege’deki adalar, Batı Trakya Türkleri gibi birçok vatan toprağı ve milletin evlatlarından uzaklaşılmıştır.
Taklitçi Aydın: İnanç Buhranı
Aydınlarının inanç buhranı olarak adlandırılan Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde Batı’ya özenmek, öz kültürümüzden kopmayı bir marifet bilmek, batılılaşma ve çağdaşlaşma sevdasıyla mevcut müesseselerimizi yıkmak, bunların Avrupa’da olanlarının şekillerini kurmak, bunun neye mal olursa olsun “devrimcilik” argümanlarıyla reformlar yapabilmek için diktatörlük şartları arandığı da eserde zikredilmiştir.
Birinci Meclis ile İkinci Meclis Arasındaki Önemli Farklar
Millî Mücadele’yi veren I.Meclis’teki muhalif olarak adlandırılan hiçbir vekile Cumhuriyet’in ilan edildiği II.Meclis’te yer verilmemiştir. Gazeteci ve dışarıda kalan muhaliflere İstiklal Mahkemeleri’nin yolu açılmış “takrir-i sükûn” gibi kanunlarla susturulmuş Hüseyin Cahit Yalçın gibi gazeteciler meslekten men edilirken yalnız iktidarı metheden kalemler yazabilmiştir.
Yine eserde Cumhuriyet’in, kendisinden önceki Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin tesiriyle oluştuğunu, bu devirler içinde özellikle Avrupayı taklit eden materyalistlerin: “Türkçülük, milliyetçilik, İslamlık, mukaddesat, maneviyat gibi değerlere hiç önem vermeyerek açıktan açığa dinsizlik ve beynelmilelcilik yaptıklarını, Batı’yı inanç ve bütün değerleriyle olduğu gibi almamız gerektiğini, karşılarındaki İslamî ve millî görüş, duyuş ve anlayışı küstahça küçümseyerek “irtica, gerilik, fosillik” olarak adlandırdıkları gösterilmiştir.
Eserde, Cumhuriyet kurulduktan sonra ve Tek Parti düzeni yerleştikten sonra bu görüşlerin en üst düzeyde geçerlilik bulması, sanatçı, fikir adamı, gazeteci ve hatta liderler arasında böylesine “Toptan Batılılaşma” taraftarının olduğunu ve iktidar sayesinde bu görüşlerin millî eğitime ve her alana uygulandığı da ayrıca vurgulanmıştır.
İslâmiyet Yerine Hıristiyanlık Düşüncesi
18 Temmuz 1923 tarihinde Atatürk’ün başkanlığını yaptığı 1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye)’nın hazırlanması esnasında: “İslamiyet’in terakkiye (gelişmeye) mâni olduğu düşüncesi dile getirilmiş, İslam kaldığımız sürece Batı’nın bize ehemmiyet vermeyeceği, Türkler İslam kaldıkları için bu halde kalmaya mahkûm olduğu bunun için İslâm kalınmayacağı ve Anayasa’ya dinimizin Hıristiyanlık olduğu yazılmalıdır.” şeklindeki teklifler getirilmiştir. 1928 yılında da Anayasa’dan “İslâm” ibaresi çıkarılmıştır.
Sonuç olarak, Osmanlı mefkûresi nizâm-i âlem, dâvâsı da din ve devlet, mülk (vatan) ve millet gibi dört mukaddes unsura dayanıyor ve devlet dinden sonra mevki alıyordu. Millî Mücadele ise Türk-İslâm-hürriyet-fazilet temellerine dayanıyor hedef olarak da Misak-ı Millî andıydı. Cumhuriyet ise hem kuruluşu hem de ilanından sonra bu mefkurelere uzak durmuş ve yüzünü tamamıyla Batı’ya dönmüştür.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.