ORADA BİR ÜNİVERSİTE VAR UZAKTA
14?17 Haziran 2007 tarihleri arasında, Multidisipliner Bilim Teknoloji ve Araştırma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak ben, Derneğin İkinci Başkanı Dr. Figen Çiloğlu ve dernekj üyesi eczacı Zülal Uğuz, Erzurum Atatürk Üniversitesi?ni ziyaret ettik. Y
14 Haziran 2007 Perşembe: Erzurum Havaalanı’nda karşılandık, Oldukça yoğun bir havaalanı. Günde birçok kere İstanbul ve Ankara’dan THY, Pegasus, Onur Air’in uçuşları yanında İzmir ve Antalya’dan da uçuşları var. Yani ülkemizin en doğusu ile batısı ve merkezi bir buçuk ve yarım saatlik uçuşlarla birbirine bağlanmış. Erzurum, doğasıyla insanı büyülüyor. Uçsuz bucaksız çiçek tarlalarının içinde sanki rüyada gibisiniz. Kısa bir yolculuktan sonra güzel bir restorana gittik. Erzurum döneri ve kadayıf dolması yedik, Her ikisi de nefisti. Döner, hayatımda yediğim en lezzetli dönerlerden biriydi, kadayıf dolmasını ise ilk defa tanımıştım. Sonra üniversite kampusundaki Erzurum Evi’ni gezmeye gittik.
Atatürk’ün 1919’da Erzurum’da iki aya yakın süre kaldığı evin bir benzerini Rektör Bey, “Erzurum Evi” adıyla Atatürk Üniversitesi’nde yaptırmış. İçi, yörenin sosyal yaşantısına uygun döşenmiş. Orada bir çay içtikten sonra aşağıya inip, kısa bir kampus gezisi yaptık. Etraf o kadar etkileyici ve her şey o derece güzel ve özenle yapılmış ki, bir an içimden “Acaba reklâm olsun diye kampusun bir kısmı abartılarak mı yapılmış?” diye düşünüyorum. Sonra Erzurum’un tarihi ve turistik yerlerini görmeye çıkıyoruz. Çifte Minareli Camii, Yakutiye Medresesi, Taşhan, Ulu camii, Atatürk Evi, Kongre Binası, Erzurum Kalesi, Saat Kulesi ve şehrin doğal dokusunun manzarası. Yaşadığın her an burada Türk ve Türk vatandaşı olmanın gururunu yaşıyorsunuz. 1000 yıl önceki Türk eserleri. Türkler ilk mimari eserlerini burada yapmışlar, ilk buraları yurt edinmişler ve buradan Batıya yüzlerce yıl yavaş yavaş girerek Anadolu’yu ve Trakya’yı yurt yapmışlar.
Program o kadar dolu ki, arada duş yapmaya bile vakit yok. Akşam yemeği sanki Erzurum’un yemeklerini otantik bir mutfak olarak dünyaya ve turizme tanıtmak amacıyla yapılmış, her şey, yörenin yemekleri, çok güzel hazırlanmış, Erzurum gözümüzde büyüyor, batıdan ve İstanbul’dan gelmenin bana verdiği güven ve kendimizi beğenmişlik yavaş yavaş kaybolup, Erzurum hayranlığına dönüşmeye başlıyor.
15 Haziran 2007 Cuma: Kars’a Ani Harabelerini görmeye gidiyoruz. Yolculuk yaklaşık üç dört saat sürüyor. Önce Erzurum’dan yavaş yavaş çıkıyorsunuz, Aziziye Tabyaları, Abdurrahman Gazi Türbesi, Palandöken tesisleri yavaş yavaş arkada kalırken önümüzde uçsuz bucaksız çiçek tarlaları uzanıyor. Karşıda üzerinde hiç ağaç olmayan ama otlar ve yabani çiçeklerle kaplı tepeler dağlar uzanıyor. İlk aklıma gelen neden bu tepelerde ağaç yok, acaba Erzurum’un ve Doğu Anadolu’nun iklimi ya da yüksekliği ağaç ve orman oluşumuna izin vermiyor mu?
Yolları dolana dolana giderken Aras nehriyle karşılıyoruz. Aras bulanık akıyor, zaman zaman daralıp zaman zaman genişleyerek bir deltaya dönüşüyor. Sonra Aras nehri üzerinde tarihi bir köprü görüyoruz. Köprübaşı denen bu yerde mola veriyoruz, Köprü çok büyük, altından Aras dalga dalga akıp Türkiye’den Hazar Gölü’ne doğru akıyor. Köprünün üzerinde açılmış derin boşluklar var, insan dikkat etmese yada görme özürlü olsa, aşağıya düşüp çok fena yaralanabilir. Bu deliklerin neden öylece bırakıldığı konusunda çok düşünmeme rağmen bir cevap bulamadım. Sonra Hasankale’den geçiyoruz. Kale dağın tepesinde ve bir benzin istasyonunda ihtiyaç molası veriyoruz. Tuvalet son derece bakımsız, lavaboda sabun yok ve kadın tuvaleti sadece tek göz, erkek tuvaletleri ise, daha fazla sayıda yapılmış, oysa bizim grupta kadın sayısı erkeklerden çok daha fazla olduğundan her tuvalet molasında kadın tuvaletinde uzun kuyruklar oluşuyor, erkeklerin tuvaleti bitince önüne bekçi koyup kadınlar tuvaletini teslim alıyorlar. Öylesine güzel manzaralar görüyorsunuz ki, büyüleniyorsunuz. Ara sıra sığır ve koyun sürülerinin dışında bütün bölge bomboş, sanki Doğa bütün gizemiyle dinlenmeğe çekilmiş yada uzaklarda ülkenin batısında toplanmış milyonlarca insana “Bakın ben ne kadar güzelim, sularımla dağlarımla neden bana gelmiyorsunuz, neden sırtıma yeşil ormanlar geçirmiyorsunuz, neden sularımla yemyeşil bahçeler yapmıyorsunuz?” der gibiydiler.
Nihayet Kars tabelasını görüyoruz, Kafkas Üniversitesi güzel binalarıyla yolun hemen sağında uzanıp gidiyor. Üniversiteye giriyoruz, tam o sırada Kafkas Üniversitesi vakfının ilköğretim okulunun diploma töreni var, istiklal marşı çalıyor, konuşmalar yapılıyor, beyaz kıyafetler giymiş küçük çocuklar öğretmenleriyle gruplaşmışlar, bizi görünce “Siz turist misiniz?” diye soruyorlar. Genç öğretmen hanımla burada konuşuyoruz, o da İstanbulluymuş, eşi subay olduğundan o da Kars’ta öğretmenlik yapıyormuş, çocuklar sizle İngilizce konuşmak istiyorlar onun için “Turist misiniz?” diye soruyorlar diyor. Dr. Figen Hanım, uzun yıllar Amerika’da tahsil gördüğünden ve yirmi yıl oralarda yaşadığından aksansız amerikan şivesiyle İngilizce konuşan biri ve hemen çocuklarla İngilizce konuşmaya başlıyor, fakat bu sefer çocuklar utanıp cevap vermiyorlar. Fatma Güneş adlı bir öğrencim Kafkas Üniversitesinde Yardımcı Doçent onu arayıp orada olduğumu bildiriyorum O da botanikçi olduğundan ünlü botanik Profesörü Neriman Özhatay ile Kars’ın dağlarında bitki florası incelemesindeymiş, ancak akşama Kars’a dönebileceğini söyledi. Oradan Karsa girdik, Kars çok düzenli bir şehir, buna rağmen bazı arkadaşlar Kars’ı görünce hayal kırıklığına uğradıklarını, daha gelişmiş bir şehir hayal ettiklerini söylediler. Bence biz Kars’ı tam anlamıyla göremedik, dolaysıyla bu görüşte olan arkadaşlar yanıldılar.
45 kilometrelik bir yolculuktan sonra Ani Harabelerine ulaşıyoruz. Daha öncede bir kere daha Ani harabelerini görmüş ve adeta büyülenmiştim. Türkiye’nin kuzey doğusunda en uçta Arpaçay’ın hemen kenarında bir pırlanta gibi duruyordu. Arpaçay’ın üzerindeki tarihi köprü, Alparslan 1064 yılında İran’a sefer düzenlerken ilk defa bu köprünün olduğu yerden Ani’ye girmişti. O zamanlar Doğu’dan Bizans’a kadar bölgenin en büyük şehriymiş Ani. Şimdi hala bazı kiliseler, camiler ve kervansaraylar ile surlar varlığını devam ettirmektedirler. Burası bin yıldır zaman zaman kısa aralıklarla el değiştirmesine rağmen Türklerin vatanı olmuştur, Ani’de yapılan ilk Türk camisi daha sonra Erzurum ve Sivas gibi şehirlerde yapılan camilerinde ilk örneğini oluşturmuş. Ani hakkında bize Atatürk Üniversitesi’nin Sanat Tarihi Bölümü öğretim elemanları bilgi verdiler. Konularına son derece hâkimler. Erzurum’daki
bu konularda bilimsel yayınları olan akademisyenler. Atatürk Üniversitesi yalnız Erzurum’un değil bütün doğunun hatta belki gelecekte bütün Türkiye’nin tanıtımını yapabilecek güçlü bir kuruluş. Hemen karşıda Ermeniler maden ocağı işletiyorlar. Daha ileride Ermenistan’ın köyleri kasabaları görülüyor. Keşke aramızda güzel ilişkiler olsa keşke karşı tarafa geçebilsek ya da onlar bu tarafa geçebilse, eskiden buralardan geçen ipek yolu tekrar canlansa, Kars, Edirne gibi bir geçiş şehri olsa bölge bu hareketle canlansa ama sanırım bu konu da her iki tarafa da düşen görevler var. Her şeyden önce Ermenistan bizim sınırlarımızı tanımalı, nasıl 500 yıl Türklerin olan Balkanlar, bugün değilse Ani’de bu gün Ermenistan değil 1000 yıldır Türk coğrafyasıdır. Ermenistan bunu kabul etmeli Türkiye’de sınırları açmalı ve kardeşçe bir yaşam başlamalıdır. Bu, bölgenin kaderini değiştirecektir. Ani’den Erzurum’a dönerken yolda bize bir akademisyen birbirinden güzel şiirler okuyor. Bu şiirler üniversite mensuplarınca yazılmış, hepsi orijinal. Üniversitenin bu denli etkin kullanımı, üretimin bu denli amaca yönelmesi ve onunla buluşması Türkiye’de çok ender bulunan bir şeydir.
Tahir Kutsi Makal’ın şu şiiri oldukça etkileyici idi.
SOHBET
Babanız yine âşık çocuklar
Yüzünün gülüşü ondan
Erken gelişi ondan
Ve bu sefer iş berbat!
Babanız yine âşık çocuklar
Aşksızlığı kaldırın mezara
Şiirin bini bir para gayri
Türkünün bini bir para
Cıvıl cıvıl kuş sesleri balkonda
Evde cıvıl cıvıl çocuk kahkahaları
Derin ki bu sevgide etmeli sebat!
Babanız yine âşık çocuklar
Mahzun duruş çoğaldı
Kalpte vuruş çoğaldı
Son resmide yırtıver at!
Babanız yine âşık çocuklar
Duyurmayın ananıza utanırım
Dövüş-kavga çıkarır, onu iyi tanırım
Sizi asar, beni keser, surat asar, sucat!
Azar köftesi gelir, sofraya, surat çorbası konur
Bırakın yüzüm gülsün ne olur
Bırakın hızlı çarpsın yüreğim
Bırakın bir daha âşık olayım
Bırakın erken öleyim
Duyurmayın ananıza, utanırım.
Babanız yine âşık çocuklar
Şiirsel bir yolculuğun ardından Sarıkamış’a varıyoruz , Toprak Otel’de birer çay içiyoruz. Toprak Otel, beş yıldızlı bir otel, yanında Çamkar oteli var. Sarıkamış, etrafı gür çam ormanlarıyla kaplı. Orada ünlü kayak merkezi var. Teleferikle dağın en üstüne çıkmak mümkün. Görüntü tam bir İsviçre görüntüsü, size buranın birkaç resmini gösterip sorsalar, kesin İsviçre veya Alpler dersiniz. Sarıkamış’ın hemen ilerisinde Allahüekber Dağları uzanıyor, 1918 yılında burada değişik rivayetlere göre 50-90 000 bin arasında Türk askeri Ruslarla savaşamadan soğuk ve açlıktan şehit olmuşlar. Şimdi orada donmuş askerlerimizi temsil eden bir anıt yükseliyor. Aziz şehitlerimiz siz bu toprakları vatan yaptınız, savaşamadan ölseniz bile sizin kararlığınız bu toprakların tapusunu bize verdi, vatan sevgisini kalbimize nakış nakış işlediniz.
Akşam oluyor, Erzurum’a dönüşümüz ancak akşam 8’e doğru. Her şey o kadar dakik ki, dönüşte “Herkes 8’i beş gece otobüste olsun” deniyor yani sadece 10 dakika ihtiyaç için odalara çıkmağa izin veriliyor, ben hızlı bir duş alayım derken 8’i 10 geçe otobüste oluyorum herkes çoktan otobüste ve beni bekliyorlar, kapıdan girer girmez beni alkışlıyorlar utancımdan kıpkırmızı oluyorum, askerde de hep böyle gecikirdim.
Bu akşam Erzurum Evleri’nde yemek yiyoruz. Öylesine otantik yapılmış ve yörenin kültürünü öylesine yansıtıyor ki, bence bu yaklaşım Doğu Anadolu turizm projesinin başlangıcı olabilir. Doğuda inanılmaz bir turizm potansiyeli var. Sadece bölgenin 6 ay karlı olması bile başlı başına bir turizm potansiyeli. Burası İsviçre’ye benziyor, hiç kar görmemiş Araplar burası için büyük bir potansiyel müşteri kitlesini oluşturabilir, ayrıca uçak sayılarının artması ve fiyatlarının inmesi de yerli Turistin Doğuya kayak ve kültür turlarına katılmalarını çok artırabilir. Ayrıca gördüğüm kadarıyla bol ve soğuk sularıyla balık üretimi, uçsuz bucaksız dağları ve yağışlı havasıyla ormancılık Doğuya inanılmaz zenginlik sağlayabilir. Gene yöresel türküler ve Türk halk müziği dinliyoruz.
O gün yatıp sabah erkenden Doğubeyazıt’a Türkiye’nin en doğusuna İshak Paşa sarayı, Doğubayazıt, Ağrı Dağı, Iğdır ve Ağrı’yı görmeye gidecektik. Aslında Doğubayazıt-Horasan arasında yaklaşık 200 kilometrelik bir alan çok emin değildi. İnsanın kendi ülkesinde güvenlikten emin olmaması ne kadar acı. Aslında içimde en ufak bir korku oluşmadı. Neden olsun ki, biz kimseye bir kötülük yapmadık, hepimiz Türk vatandaşıyız, bazılarımız Kürt, Ermeni, Arap ve başka alt kimliklerden olabilir, ama hepimiz Türk vatandaşıyız, hepimiz eşitiz ve kardeşiz. Akşam yemekten sonra, UNESCO ödülü almış hoşgörü mekânı Hemşin Pastanesi’ne gidiyoruz. Restoran çok güzel dekore edilmiş. Duvarlar ve tavanlar çok değişik otantik eşyalarla süslenmiş. Orada kahvelerimizi içiyoruz, canlı müzik dinliyoruz ve sonra sabah erken kalkmak için dağılıyoruz.
16 Haziran 2007 Cumartesi: Sabah kahvaltıdan sonra Doğubayazıt’a doğru yola çıkıyoruz. Yolda köyler görüyoruz, çatısı kiremit olmayan, üstleri çinko veya toprakla kaplı evleri olan köyler. Bazı ahırlar terk edilmiş. Gene yoldan zaman zaman koyun ve sığır sürülerine rastlıyorsunuz, dağlar çiçek tarlaları gibi. Doğru İshak Paşa sarayına çıkıyoruz. İshakpaşa sarayı dağda tek başına bir saray. 17.yüzyılda yapılmış. Yukarıdan Doğubeyazıt’a kuş bakışı bakıyor. Mihmandarlarımız bize sarayı anlatıyorlar. Bu kişiler yüksek lisans ve doktoralarını burası üzerine yapmış kişiler. İnanılmaz bilgililer. Hani her şeyi çok bilen rehberler vardır ya, ama kısa bir detay sorsanız duraklar ya da yalan yanlış bir cevap verirler, bunlar öyle değil, konuyu derinlemesine biliyorlar. Ama burada Kimya Yüksek mühendisi Semih Tekinacı’yı bu tanımın dışında tutuyorum, Semih bey gerçekten o çok olan bilgisiyle bize güzel konular anlattı, tarih, coğrafya, yöre her şey. İshak Paşa Sarayı’nı birkaç yıl önce gene gezmiştim. Rehbere, “Burası hakkında yazılı belge var mı?” diyorum, “yok” diyor. Ama altın kaplı kapısı Rusya’ya götürülmüş. Hiçbir yazılı kanıt yok ya nasıl olur diyorum. “Öyleyse bu bilgileri nerden biliyorsunuz?” diye soruyorum. Çünkü saray hakkında çok fazla şey anlatıyorlar. Tahmin diyor, o zamana göre bazı kıyaslamalar yaparak. “Öyleyse adının İshak Paşa Sarayı olduğunu nereden biliyorsunuz?” diyorum, “Kapıda buranın İshak Paşa tarafından yaptırıldığı yazıyor” diyor. Gerçekten kapıda Arap harfleriyle yazılmış bir kısım var.
(Bakınız fotoğraf …). Binanın yapımı yüz yıla yakın sürmüş, Topkapı Sarayı’ndan yaklaşık iki yüz yıl daha genç bir yapı. “Burası sarayın resmi davetlileri kabul ettiği ve olayların tartışıldığı yer” diyor rehber, “Şimdi boş olan bu alanın o zamanlar üstü kapalıydı”, “Peki nereden biliyorsunuz?”, yazılı delil, kroki yok. Açıklama bu kadar soğuk olan bu bölgede üstü açık mekân olamaz. Siz ne kadar tatmin oldunuz bu cevaptan bilmiyorum ama ben pek olmadım. Dönüşe geçiyoruz, İshak Paşa Sarayı’ndan kıvrıla kıvrıla aşağıya Doğubeyazıt’a iniyoruz. Doğubeyazıt’ta bizi sokak satıcısı çocuklar karşılıyor, birisi türkü söylüyor, yanık bir sesi var, birisi ayakkabı boyamak istiyor, boyatmak için ayağımı uzatıyorum anında boyayıp bitiriyor, nasıl boyadığını hiç anlamadım, sanırım sadece bir kere cilalıyor. “Bu kadar kısa boyama olur mu?” diyorum, “Olur abi, badem yağı yaptım” diyor, “Eğer cila sürseydim, uzun sürerdi badem yağı kısa sürer” diyor. Sonra başka biri bilim adamı olmak istediğini söylüyor, çaydanlık kapağından delikler açıp çivi başlarıyla tank modelleri yapıyormuş. Başka projeleri de var. “Sınıfta kaçıncısın?” diyorum, “Üçüncüyüm” diyor. “Devlet buralarda bir şey yapmıyor, okul bizden para alıyor” diyorlar, sanırım eğitime katkı payı, “Ayda kaç para alıyorlar?” diye soruyoruz, “Ayda 1 YTL” diyor. “Bir YTL ayda çok değil” diyoruz, önce şikâyet ediyorlardı ama onlarda şimdi bizim fikrimize katılıyorlar. Birisi, “Çok değil abi” diyor, “Isınma, elektrik, su hepsini okul ödüyor, 1 YTL çok değil” diyor. Sanırım bazı sanatçılar burada okullar yaptırmışlar, ama adlarını öğrenemedim. Türkiye’nin en doğusu Doğubeyazıt, Türkiye buradan başlayıp Edirne’ye kadar uzanıyor, buradaki çocuklar, bizim çocuklarımız, onlar kendi öz çocuklarımız kadar bize yakınlar. Herkes çocuklarla sırayla resim çektiriyorlar, sonra otobüs hareket ediyor. Yolda uzun bir süre pencereden Ağrı’nın manzarasını seyrediyoruz. Zirvesi karlarla kaplı Ağrı Dağı bize uzun süre otobüsün penceresinden eşlik ediyor. Dağın hemen eteğinden otobüsün üzerinden gittiği yola kadar harikulade çiçek ve bitkilerle kaplı pastel bir renk uzanıyor. Tanrım bu ne güzellik, yukarıda karlarla kaplı efsanevi ve ilahi bir dağ, aşağıda yemyeşil bir ova. Yavaş yavaş Ağrı’dan ayrılıyoruz, otobüs kıvrım kıvrım dağların arasına girip Aras’ın kıyısından bir yılan gibi süzülüyor. Fakat bu dağların arasından saatlerce yol almak insanı biraz ürkütüyor. Ama en küçük bir olayla ya da rahatsız edici davranışla karşılaşmıyoruz, askerlerimiz bizim çocuklarımız görevlerinin başında, bölge halkı terörden yana değil, kardeşçe yaşamdan yana. Terörün kaynağı daha derin araştırılmalı, güçlü ve müreffeh Türkiye her Türk vatandaşının kendi yararına. Öncelikle de Doğu Anadolu’nun bu iş ve altyapı bekleyen kesimlerin. Sonunda Horasan’a varıyoruz, burada dağlar bitip geniş ovalar başlıyor. Artık adım adım Erzurum’a yaklaşıyoruz. Erzurum’daki son gecemiz. Bu akşam Erzurum Evi’nde akşam yemeğine gidiyoruz. Yemek çok güzel, yemekte gene güzel türkü ve şarkılar dinliyoruz.
Yemekten sonra kampus gezisine çıkıyoruz. Güzel bahçelerden geçiyoruz, Dış budak, akçaağaç, kavak ve diğerleri, yemyeşil büyük ağaçlar, düzgün yollar, spor salonları. Nihayet büyük bir salona giriyoruz, her taraf sanat eserleriyle dolu, üniversite öğrencilerinin yaptığı çeşit çeşit heykeller. Her biri, ayrı bir sanat eseri. Bu sergi daha sonra başka şehirlerde sergileniyormuş. Türkiye’nin geleceği Doğudan Atatürk Üniversitesi’nden bakınca inanılmaz parlak görülüyor. Sonra salondan çıkıp, Atatürk heykelinin önünden geçip yukarıda dalgalanan Türk bayrağına bakıyoruz. Gecenin karanlığında öylesine güzel ve romantik dalgalanıyor ki, Türk bayrağı tıpkı şiirlerde okuduğumuz gibi dalga dalga, kırılmadan sanki gökyüzünde dans ediyor. Doğu’nun geleceğini aydınlatan bitmez bir ışık saçıyor sanki. Öğrenciler, kampusun güzelliğinden azami ölçüde yararlanıyorlar. Gündüz çimlerde kızlı erkekli öğrenciler görmüştüm, hemen hemen bütün dünya ülkelerinin birçoğunu ve Amerika, Avrupa, Japonya ve Çin üniversitelerini görmüş biri olarak diyebilirim ki Atatürk Üniversitesi kampusu bahçesi, binaları, spor alanları, deneme tarlaları ve daha göremediğim hastaneleri, ahırları ve balık çiftliği ile sanırım bunların üzerinde bir şeydi. Aynı düşüncelere bir de Çin de Şanghay’da bir üniversiteyi gezerken düşünmüştüm. O da böyle etkileyici bir üniversiteydi. Çin’deki üniversitenin bundan tek farkı, Çinliler üniversiteyi büyük bir su kanalı boyunca kurmuş ve inanılmaz güzel görüntüler oluşturmuşlardı. Çok güzel bir mimariydi. Atatürk Üniversitesi, Türkiye’nin en güzel kampuslarından birine sahip, öylesine güzel dizayn edilmiş ki hayran olmamak elde değil.
17 Haziran 2007 Pazar: Sabah kahvaltıdan sonra Palandöken’e gidiyoruz, Erzurum yukarıdan çok güzel görünüyor. Oteller de çok güzel. Yukarıdan Atatürk Üniversitesi kuşbakışı görülüyor. Üniversitenin hastanesi yüksek binasıyla hemen dikkati çekiyor, sonra kampustaki devasa bayrak çok uzaktan gökyüzüne asılı kırmızı bir alev parçası gibi duruyor. Üniversitenin alanı binalardan başlayıp Erzurum havaalanına doğru uzanıyor. Ziraat Fakültesi’nin eğitim tarlaları, yemyeşil. Üniversitenin hemen yanında büyük bir boş alan dikkatimi çekiyor. Yanımdaki görevliye soruyorum, “Oraya 2011 Dünya Üniversiteleri Kış Olimpiyatı tesisleri yapılacak” diyor. Bu olimpiyatın alınmasında Rektörün büyük bir payı var, çok çalışıyor ve sonunda başarıyor, Erzurum ve Erzurumlu, el ele hep beraber başarıyorlar. Rektörün dün akşam söylediği bir şeyi hatırlıyorum. Süleyman Demirel Atatürk Üniversitesi’ni ziyaret ediyor ve konuşmasının bir yerinde Anadolu Üniversitelerinden “Cumhuriyetin Muhteşem Eserleri” diye bahsediyor. Atatürk Üniversitesi, gerçekten, Cumhuriyetin en muhteşem eserlerinden biri. Şehre inip tekrar tarihi ve turistik yerlerin resimlerini çekiyoruz, Taşhan’a tekrar uğrayıp Oltu Taşı hediyeler alıyoruz, son olarak ta kadayıf dolmalarımızı alıp dönüyoruz.
Daha sonra, Atatürk Üniversitesi’nin bölge hayvancılığını kurtaracak çok önemli bir projesi hakkında ilk elden bilgi alıyoruz. Bu projenin, gerçekten Türkiye’deki koyun üretimini kökünden değiştirecek bir proje olduğunu öğreniyoruz. Amerika Birleşik devletleri ve Kanada’da üretilen ve 14 ayda iki defa laktoz dönemi yaşayıp ve her defasında 6’ya kadar kuzu verebilen adeta kuzu fabrikası olan Romanof Koyunları bunlar. Kuzu üretimi, cerrahi yöntemle embriyo transferi yoluyla yapılıyormuş. Proje, üç seneden beri uygulanıyormuş. Projenin uygulayıcısı Doç. Dr. Ebru Emsen, Türkiye’nin dört bir tarafına gidip yerli koyunları bu Romanof koyunlarının koçunun spermiyle suni dölleme yaptıklarını söylüyor. Bu şekilde koyun ırkı geliştirilirse 100 koyunun bir yıl içinde 1000 olması mümkün. Bu proje, bütün Doğu’nun belki de tüm Türk köylüsünün kaderini değiştirecek bir proje gibi duruyor. Sonra biraz çevreye gezinmeye çıkıyorum. Sıra sıra bitkiler, hepsi değişik deneme ürünleri. Her sıraya ne tür maddeler eklendiği yazılmış. Tam bir bilimsel çiftlik. İçimden diyorum ki, keşke on yıl önce buraya gelseydim, burada çalışsaydım. Yağmur başlıyor, hava birden soğuyor, iklim burada Almanya gibi, hava soğumağa müsait, yağmur yağmağa hazır, ama bunun sonucu olarak her yer yemyeşil. Vedalaşıyoruz, havaalanına doğru uzaklaşıyoruz, uçaktan Erzurum’a bakıyorum, Atatürk Üniversitesi’ne bakıyorum, Uzayıp giden Üniversitenin tarlalarına, yeşil alanlarına ve aklımdan bu yazının başlığı geçiyor, “Orada bir Üniversite var uzakta”. Gitmesek de gelmesek de orada bir Üniversite var uzakta, o üniversite bizim üniversitemiz.
Bu Pazar üniversite sınavına giren ve psikoloji okumak isteyen kızım Yasmina’yı bir gün önce arayıp Erzurum’dan iyi şanslar dilerken, ona kendisi için güzel bir üniversite bulduğumu söyledim. Ama ne yazık ki, ertesi gün Atatürk Üniversitesi’nin felsefe ve sosyoloji bölümleri olmasına rağmen psikoloji bölümünün olmadığını öğrendim. Uçak Erzurum’dan Ankara’ya doğru uçarken aşağıda hiç ağaç olmayan yaklaşık 1000 kilometrelik bir yol alıyoruz. Ne yapsak ne etsek de buraları ağaçlandırsak. Üniversitelerimizle, askerlerimizle, Orta öğretim öğrencilerimiz ve belki hatta hapistekilerle buraları ağaçlandırmalıyız, her şeyden önce global ısınmadan kurtulmak, su havzalarını korumak için, zenginleşmek için bunu yapmalıyız. Ben bunları düşünürken Pegasus havayollarının Boeing tipi uçağı yavaş yavaş Ankara’ya doğru alçalıyor. Ankara kentinin dışı tarafı tamamen yeşil bir kuşakla kaplanmış. Her taraf öylesine yeşillendirilmiş ki, öylesine planlı ki ve ben bu şehre nasıl âşık olamam. Lise okuduğum şehir, benim ilk delikanlılık yıllarımın şehri. Ankara, ağaçlandırmada bütün şehirlerin bence en başarılısı. Kurak iklimi nedeniyle ağaçların kendiliğinden büyümemelerine rağmen oradaki insanların gayretiyle her yıl biraz daha yeşil ve güzel bir Ankara görüyoruz.
Yarım saat bir aradan sonra Ankara’dan İstanbul için havalanıyoruz. İstanbul yem yeşil, İstanbul denizin içine bir elmas gibi uzanıyor. Sedef adası Marmara’nın içinde bir kolye ucu gibi duruyor. Her taraf yeşil ormanlarla kaplı, benim güzel şehrim, Uçak Sabiha Gökçen Havaalanı’na inerken, aklımdan yazının başlığı tekrar takılıyor. “Orada bir üniversite var uzakta”…
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ KAMPÜS GİRİŞ KAPISI (FOTO. F. ÇİLOĞLU)
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ KAMPÜSTEN FARKLI BİR GÖRÜNTÜ (FOTO F. ÇİLOĞLU)
ATATÜRK EVİ - ATATÜRK'ÜN 1919 DA İKİ AY KALDIĞI EV BUGÜN ATATÜRK MÜZESİ. (FOTO. i PEKER)
ARAS NEHRİ ÜZERİNDEKİ TARİHİ ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ (FOTO. İ. PEKER)
KAFKAS ÜNİVERİSTESİ, KARSTA ÇOCUKLAR OKUL TÖRENİNDE (FOTO. İ. PEKER)
ANİ HARABELERİ, BURADA KİLSE, CAMİİ VE KERVANSARAYLAR VAR. (FOTO. İ. PEKER)
ANİ HARABELERİNDE ANADOLUNUN İLK TÜRK CAMİİ (FOTO. İ. PEKER)
ANİ HARABELERİNDE TARİHİ BİR KİLİSE (FOTO İ. PEKER)
ANİ'DEN BAŞKA BİR YAPI ( FOTO İ. PEKER)
BİR ÜST RESİMDEKİ YAPININ GİRİŞNDE BİR DUVAR (FOTO İ. PEKER)
TÜRKİYE VE ERMENİSTAN ARASINDAKİ ARPAÇAY, ARADAKİ KÖRÜ YIKILMIŞ, IRMAĞIN SAĞ TARAFI ERMENİSTAN TOPRAKLARI (ANİ HARABELERİNİN ARKASI). (FOTO İ. PEKER)
MUHTEŞEM AĞRI DAĞI, İNSANI BÜYÜLÜYOR. (FOTO İ. PEKER)
ARABA İLERLEDİKCE HER DAKİKA BAŞKA BİR AĞRI DAĞI. İNANILMAZ BİR KUVVET İNSANI AĞRI'YA DAKİKALARCA KİLİTLİYOR. (FOTO İ. PEKER)
BAZEN ANİDEN BASTIRAN YAĞMURUN ARKASINDAN SİZİ GÜZEL BİR SÜPRİZ BEKLİYOR. (FOTO İ. PEKER)
DOĞUBAYAZITTA İSHAK PAŞA SARAYI. (FOTO İ. PEKER)
DOĞUBAYAZITTA ÇOCUKLARLA. (FOTO İ. PEKER)
DOĞA ÖYLESİNE GÜZELKİ, İNSAN ORADA UZANIP KALMAK İSTİYOR. (FOTO İ. PEKER)
DOĞANIN GÜZELLİĞİ SİZE YOL BOYUNCA EŞLİK EDİYOR. (FOTO. F. ÇİLOĞLU)
SARIKAMIŞ KAYAK MERKEZİ. (FOTO. F. ÇİLOĞLU)
PALANDÖKEN 'DEN ERZURUM MANZARASI. (FOTO. F. ÇİLOĞLU)
ATATÜRK ÜNİVERSTESİNİN DENEY ÇİFTLİĞİ, BİLİMSEL ÇİFTLİK. (FOTO İ. PEKER)
ATATÜRK ÜNİVERSTESİNİN DENEY ÇİFTLİĞİ, BİLİMSEL ÇİFTLİK., BAŞKA BİR TARAFTAN GÖRÜNÜŞÜ. (FOTO İ. PEKER)
ERZURUMDA ORMAN OLURMU, İŞTE ATATÜRK ÜNİVERSİTESİNİN ORMANI. (FOTO İ. PEKER)
Yazan: Prof. Dr. İsmail Peker
Multidisipliner Bilim Teknoloji ve Araştırma Derneği Başkanı.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.