21 Nisan 2025
  • İstanbul16°C
  • Ankara16°C

MİLLÎ DEVLET ANLAYIŞI

Coşkun Otluoğlu

21 Nisan 2025 Pazartesi 12:53

 

            Milletlerin bir “felsefesi” vardır. Felsefeyi oluşturan kaynakları, hayatın içindedir. Bunlar; din, sosyal alanda varlığını devam ettiren gelenek, tarih şuuru, tarihsel olaylar, kültür, ekonomik durum ve dildir.

            Milletin felsefesi o millete ait tarihsel kaynaklardadır. Tarihsel olaylardaki kritik davranış biçimleri o milletin karakterini gösterir. Büyük savaşlar, tabiat olayları o milletin refleksini ortaya çıkarır. Efsaneler ve tarihe mal olmuş kişilikler bir bütün halinde tarihsel süzgeçten geçerek milletin belleğinde yer alır.

            Devletler de milletlere ait özellikleri alarak buna uygun bir kalıpta, hiyerarşik bir düzende –teşkilat ve kanunla- kendini var eder. Diğer yandan devlete ruh veren “insandır.”

            Bir milletin medeniyeti tarihsel süreç içerisinde kendi bünyesinde oluşturduğu değerler manzumesidir. Bu değerler sarsıldı mı ilk karşılığı devlette görülür. Bu nedenle tarihsel süreç içerisinde devletler incelendiğinde milletin başarılı veya başarısız olduğu devletin refleksiyle ölçülmüştür. Devlet başarısız ve yenikse millet de bu sonuçlara duçar olur.

            Devletin sarsılması, milletin mahvına sebeptir.

            Bu sarsılma millî değerlerin aşınması, yozlaştırılması, ihanete uğratılması ve nihayetinde devletin yıkılmasıyla son bulur.

            Tarihsel bir yargıdır –hatta bir sonuç- ki devletlerin gücünü kaybettiğinde düşman devletler tarafından işgal edilmesi ve sömürülmesi her zaman görülmüştür ve dünya var oldukça da görülecektir.

            İki yüz yıllık bir terimdir ki sözüm ona “ilerleme” veya “geri kalma” yaftası hep “güç” kavramı ile doğru orantılıdır. Geri kalmışlık, savaş meydanlarındaki sonuçlara bağlı olarak değerlendirilmiş, çözüm olarak da düşmanlara karşı “güçlü” olmak için düşmanların delilleriyle veya silahlarıyla silahlanmayı ve onlar gibi olmak tercih edilmiştir.

            Hatta daha da ileri gidilerek milletin kendi değerlerinin atılıp düşmanın değerleriyle değerlenmeyi ilerlemenin belki de en önemli ölçütü kabul edilmiş, sadece düşmanın güçlü olduğu alanlarda değil bütünüyle düşmanı “taklit” etmenin bir diktesi ile karşılaşılmıştır.

            Maddî cephenin zayıflığı zaman içinde manevî cephenin de sorgulanmasını beraberinde getirmiştir. Ancak maddî cephedeki mağlubiyetin sorumluluğu manevî cepheye yüklenmesi hem ilmî bakımdan hem de vicdanî bakımdan izaha muhtaçtır. Bu olsa olsa insanın kendisinin kendi manevî cephesine savaş açması ve kendisine ihanet etmesi anlamını taşır. Çünkü yine söylüyorum sözüm ona ilerlemenin tek ölçütü maddi cephedeki gücün varlığı ve buna bağlı sonucu olarak görülmüştür. Bununla birlikte milletin maddî alanda yıkılmış olmasının manevî sahaya fatura edilmesi yanlış sonuçlar doğurmuştur. Millet ve devlet çatışmasının asıl sebebi budur. Esasen din ve maneviyatla sorunu olanlar –hatta düşmanca bir tavırla- gerilemenin sebebini manevî sahanın olduğu vurgusunu ileri sürmüş, dikte ettikleri taklidin millet üzerinde uygulanmasının mantığını bununla temellendirmişlerdir.

            Milletlerin çözülmesinin ve devletlerin güçlenememesinin hatta yıkılmasının temel sebebi aslında budur. Çünkü taklit milletlerin bünyesine uyum sağlamamaktadır. Taklitçilik neticesinde millet ya asimile olmaya sürüklenecek, ya da amiyane tabirle alçak sürünmeye devam edecektir. Diğer yandan, güçlü kültürler ve güçlü millî değerler taklide uzun süre boyun eğmeyecektir. Bu süreç aynı zamanda millî olanla taklit olanı her aşamada karşı karşıya getirecektir. Bu kaçınılmazdır. Çünkü bu bir zihniyet meselesidir. Ayrıca büyük bir çıkar çatışmasıdır ki altta kalanın canı çıksın hesabı güdülür. Bu çatışmada devletin rolü inkâr edilemez.

            Böyle bir çatışma sürecinde aklıselime ihtiyaç vardır. İşte bunu sağlayacak olan devlettir.

            Devlet, milletin felsefesini uyguladığı anda bu çatışma milletin lehine sonuç verecektir. Aksi durumda ise her şey milletin mahvına ve devletin zayıflamasına sebebiyet verecek sonuç olarak düşmanların lehine tarihsel süreç işleyecektir.

            Milletlerin hayatında var olan manevî kültürel değerler, milletin inanç değerleriyle yoğrulmuştur. Milletler kendi inanç değerlerine zarar verecek şeylere müsaade etmezler. Bu inanç değerleri cebren veya başka etkenler yoluyla süreç içinde değiştirildiğinde devlete ruh veren insanın çürümesi neticesiyle karşılaşırız.

            Çürümüş insan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıramaz. Çünkü onun zihni meseledeki çürümüşlüğü inancının bozulmasıyla doğru orantılıdır. Çoğu kez görüntüler, yaşam şekilleri, algı yöntemleriyle berrak bakış açısının sululaşmasını hatta karanlığa gömülmesini beraberinde getirir.

            Günümüz medya organları internet aracılığı ile haber ağlarını hızlı kullanarak halk kitlelerinde inancı ve ümidi olmayan insanları nasıl kanalize ettiği görülmektedir.

            Tarihsel süreç göstermiştir ki topluma yön verecek büyük ilim adamları son yüzyılda yetişmemiş, bu nedenle toplum devlet yöneticilerinin alacakları kararlara ve reflekslerine büyük önem vermektedir. Bu yüzyılda gördüğümüz uluslararası ticari ilişkiler ve çıkarlar, savaşlar, açlıklar, büyük zulümler bu iddiamı geçerli göstermektedir. Bütün bunlara rağmen çoğu kez hedef saptırılarak manevî sahaya saldırı hem uluslararası boyutta, hem de millî sınırlar dâhilinde devam etmektedir. Buna son verecek “millî bir devlet felsefesinin” uygulanmasıdır ki tarihte bunun sayısız örneği vardır.

               

               

               

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.