08 Eylül 2024
  • İstanbul21°C
  • Ankara20°C

KUMBABA TEMAŞASI



DUYURU’ da yazı  yazmaya başladığımdan bu yana, her yıl bir tatil yazısı yazdım.

Bu senede de bu geleneğimi bozmayacağım.

Bu seneki tatil planlamalarına ramazan ayı etki ederek programlarda belirleyici oldu. Dolayısıyla tatiller genellikle ramazan ayının başladığı on bir ağustos’ tan önceye alındı.

Özellikle “deniz-kum ve güneş tatili” yapanlar tercihlerini on bir ağustos öncesine planladılar. 

Tatilde, sılayı rahim yapanlar,

memleket ziyaretlerinde bulunanlar ise ramazan ayının ağustos ayına denk gelmesinden pek de olumsuz etkilenmediler. 

Bu tespitlerden sonra bu seneye ait tatil analizlerime geçiyorum.

Yaklaşık on yıl evveldi.

Ağabeğim’ le Şile’  ye gitmiştik.

 Şile şehir merkezinden Kumbaba tarafına geçecektik.

 Şile şehir merkezinden Kumbaba’ ya, sahilden yürüyerek daha kısa yoldan gidebiliriz diye düşündük.

 Şile’ nin meşhur Ağlayan Kayalar tarafındaki sahilinden başlayarak Kumbaba’ ya doğru yürümeye başladık. 

 Sahildeki kızgın kum, ayakkabılarımızın içine girerek rahatsız edince ayakkabıları çıkararak elimize aldık

Çıplak ayakla adımlarımızı atmaya başladık.

Kızgın güneş altındaki kum, ateş gibi olmuştu.

Ateş gibi olan kum ayaklarımızı yakıyordu.

Tabiri caiz ise kum, bizi üzerinde hopur hopur hoplatarak yürütüyordu.

Ama üç kilometrelik bu yürüyüşe başlamıştık bir kere geri dönemezdik.

 

Hafta içi bir gündü..

Ayaklarımız yana yana güneş  altında yürüdük. 

Koskoca sahilde o zaman denize giren on beş-yirmi kişiye ancak rastlayabilmiştik.

İstanbullular hafta içi Şile’ ye denize gelmiyorlardı o zamanlar. 

Ya da gelemiyorlardı. 

Aradan on yıl geçti.

Bu defa da (bu yaz) yine Şile’deydik.

Kumbaba tepesinde Kumbaba hazretlerini ziyarete gittik..

Kumbaba tepesine çıktık. Şile sahilini ve Karadeniz’ i uzak mesafeden temaşa ettik. 

Yine hafta içiydi. 

Fakat bu sefer her şey çok farklıydı. 

Koskoca Şile sahilinde kumsal görünmüyordu bile.

Kumsal bir baştan öbür başa kadar tamamen insanlarla doluydu.

Artık İstanbul’ lu Şile’ ye sadece hafta sonu değil, hafta içi de tatil yapmaya ve denize girmeye geliyordu. 

On yıl önceyle, on yıl sonrayı mukayese etmek aklıma geldi her nedense. 

On yıl öncesinde hafta içi bom boş olan Şile Sahili, on yıl sonra tıklım tıklımdı.

Acaba (!) dedim ve düşünceye daldım,

Bu on yıl içerisinde halkımız çok mu zenginledi ki özel arabasıyla hafta içi en az altmış yetmiş kilometrelik yoldan denize girmek için gelebiliyor.

Bu tatili yapmak için belirli bir maddi gücün olması gerekir.

Ama gözden(!) kaçmayan bir şey daha var.

Bu sahiller günahın  bol olduğu yerlerdir.

Her türlü ahlaksızlığın da kendine yer bulduğu mekanlardır. 

Alkol’ ün su gibi tüketildiği bu sahiller:

Maneviyatın çöktüğü, kıvrandığı, ezilip, büzüldüğü, yerin dibine girdiği mekanlardır.


Cevabını bulamadığım sorularımla yazının son kısmına gelmiş bulunuyorum.

Önce maneviyatımız bozuldu, ondan sonra da zengiledik mi millet olarak?

Yoksa,

Önce zengiledik sonra da maneviyatımız mı bozuldu.

Ya da ikisi birlikte mi gelişti?

Hangisi önce geldi, karar veremedim.

Hangisi hangisini tetikledi bilemedim. 

Kahredici iki soru olarak kaldı hafızamda.

Bocaladım. 

Ve sırtımı sahile döndüm.

Karşımda bir şehir heybetinde Üniversite kurulmuş Şile’ ye. 

Ve,

Tekrar bir soru daha sordum kendime:

Az önceki sorularımın muhatabı şehirlerde kurulan bu üniversiteler mi diye…

Ve,

Hayırlı ramazanlar…

Allah tuttuğumuz oruçları  kabul etsin.

(Amin)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.