'İNSANLIĞIN SON ADASI'NDA MESULİYETİMİZ
Ali Yalçın
Sendikacılıkta, teşkilatın tabandan tavana genel kurul havasını teneffüs ettiği dönemlerde sosyal-kültürel faaliyetlerle örgütlenme çalışmalarına yeteri kadar zaman ve enerji ayrılamadığı kanaati yaygındır. Eğitim-Bir-Sen, daha önceki genel kurul dönemlerinde bu kanaatin geçerli olmadığını gösteren örnekler ortaya koymuştur. 5. Olağan Genel Kurul çalışmalarının ilk aşamasının başladığı Eylül 2014’ten Genel Kurulun gerçekleştirildiği 21-22 Şubat 2015’e ve Konfederasyon Genel Kurulu’nun icra edildiği 18-19 Nisan 2015’e kadar geçen süreçte Eğitim-Bir-Sen, örgütlenme çalışmalarında yavaşlama şöyle dursun, 23 yıllık tarihinin en büyük büyümesini gerçekleştirmiştir. 2014 yılı mutabakat sayılarına göre 279 bin 722 üyesi olan Eğitim-Bir-Sen, üye sayısını 340 bin 325’e çıkarmıştır.
2015 yılında Eğitim-Bir-Sen’e 60 binden fazla üye kazandırarak tarihinin en büyük büyümesini gerçekleştiren, geçmişte yazdığı destanlara yeni bir destan ekleyen bütün teşkilatlarımızı muhabbetle kucaklıyor, işyeri temsilcilerimize, ilçe temsilcilerimize, ilçe temsilcilik yönetimlerimize, kadın komisyonlarımıza, Genç Memur-Sen’imize, şube başkanlarımıza, şube yönetim kurulu üyelerimize, üniversite teşkilatlarımıza ve güçlü bir aidiyet ortaya koyan, işyerlerinde, öğretmen odalarında sendikamızın tepkilerini, yönelişlerini, çalışmalarını gün gün eğitim çalışanlarıyla paylaşarak ön açan, yol alan üyelerimize binlerce teşekkür ediyor, hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum.
Biz, yaşadığı zamanın farkında olan insanlarız. Sendikacılığımız da bu çerçevededir. İnsanlar zamanın ya içinde yaşarlar ya da dışında. Zamanın içinde yaşayanlar, ki bunlara vukuf-ı zamanî veya ibnü’l-vakt denir, yaşadıkları zamanın farkındadırlar, vakti idrak ve eda ederler; içinde bulundukları zamanın yükümlülüklerini üstlenirler ve en mühimi, niçin yaşadıklarının bilincindedirler. Bir de yaşadığı zamanın farkında olmayanlar vardır. Zamana hükmettiğini, zamanı korkuttuğunu sanan, ancak zamanı kirleten bu nevi insanlar yeryüzünde fesat çıkararak ya da fesat sahiplerine alet olarak zamanın farkında olanların karşısındaki bir zümreyi oluştururlar.
Tacikistan’da, 18 yaşından küçüklerin camiye girme yasağı, kamusal alanda başörtüsü ve sakal yasağından sonra şimdi de çocuklara Arapça isim konulması yasaklanmış. Tacikistan Adalet Bakanlığı, çocuklarına koyacak isim bulmakta zorlanan ailelere yardımcı olmak için bir isim listesi hazırlamış. 21. yüzyıldaki şu garabete gülmeli mi, ağlamalı mı? 15 yıl öncesinin, 28 Şubat Türkiyesi’nin uygulamalarını hatırlatan bu uygulamanın sahipleri acaba zamanın neresindeler?
Dışarıdan bakılınca ne denli saçma, temelsiz ve ucuz olduğu anlaşılan uygulamalar, içeriden bakılınca ve aynı atmosferde yaşanılınca insanların hayatlarını nasıl da zindana çevirebiliyor ya da dışarıdan bakılınca ne denli komik olduğu kolayca anlaşılan afili cümleler, içeriden bakılınca itirazı gayrı kabil ve benimsenmesi dayatılan kabuller taşıyabiliyor. Biz düne kadar benzeri uygulamalar karşısında büyük bedeller ödemiş bir milletiz. Ödenmiş bedellerden uzaklaşıldığında ödenilen bedellerin büyüklüğü de unutuluyor. Acılarımızı unuttuğumuz ölçüde savrulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Ödediğimiz bedelleri, yaşadığımız acıları hafızamızda taptaze tutarsak, bugünün kıymetini daha güçlü idrak ederiz.
Biz, bedel ödeyerek yol aldık. Bugün, Rabbimize şükürler olsun ki, dönüp geriye baktığımızda Everest büyüklüğünde gözüken pek çok engeli aşmış bulunuyoruz. Ancak dünyanın pek çok ülkesinde Müslümanlar hâlâ 1940’ların Türkiyesi’nin, 28 Şubat Türkiyesi’nin boğuştuğu meselelerle boğuşuyorlar.
Dünya Müslümanlarının neredeyse tamamı, uyutularak, uyuşturularak, darbe ile tepesine binilerek ya da açlık, yoksulluk, iç savaş gibi meşgalelerle tüketilerek etkisizleştiriliyor. İslam dünyası, yüzyıldır, ipleri Batı’nın elindeki kuklalar tarafından yönetiliyor. Batı için, kral, diktatör fark etmiyor. Yeter ki millet idareye hâkim olmasın, milli irade o ülkenin yönelişine ve yönetilişine etki etmesin… Milli iradenin fırsat bulup ayağa kalktığı zamanlarda da hemen şer güçler devreye giriyor, millet devreden çıkarılıyor.
Mısır’da milli irade alçakça bir darbeyle alaşağı edildi, milli iradenin mümessilleri, başta Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmak üzere, hapishanelere tıkıldı, akıl almaz iddialarla ve Yassıada mahkemelerini hatırlatır bir üslupla idam cezalarıyla tecziye edildi. Mısır üzerinden hesap yapan demokrasi havarisi Batılı şer odakları darbeyi, darbenin mütemmimi olan vahşeti ve cinayeti bir 21. yüzyıl ayıbı olarak görmüyor. Batı’nın gölgelemesiyle, darbeciler alçakça cürmünü icraya devam ediyor.
Arap baharının başladığı ülke olan Tunus’ta milli irade ricat ediyor. Raşit el-Gannûşî’nin bilge liderliğinde bilinçli bir geri çekilme yaşanıyor. Böylece filin züccaciye dükkânına girmesi önleniyor.
Bangladeş’te seçimle işbaşına gelen Şeyh Hasina, başbakanlığı diktatörlüğe eviriyor. 1971’de “Parçalanmayın, bölünmeyin” yüce emrine uyarak Pakistan’dan ayrılınmaması yönünde tavır belirleyen Hizb-i İslamî liderleri idam cezasıyla cezalandırılıyor. Önce Molla Abdülkadir, sonra Kameruzzaman… Hayvan haklarına duyarlı dünya, idamlar karşısında ses çıkarmıyor.
İslam dünyasının neresini tutarsanız elinizde kalıyor. Suriye, Yemen, Irak, Libya yanıyor, bu ülkelerde Müslümanlar ‘Allahuekber’ nidalarıyla birbirini boğazlıyor. Arakan’da, Doğu Türkistan’da Müslümanlar doğranıyor. Arakanlı mazlumlar Güneydoğu Asya’da açık denizde, Libyalı ve diğer Afrikalı Müslümanlar Akdeniz’de, Suriye’den, Irak’tan, İran’dan kopup Batı Anadolu’ya ulaşanlar Adalar Denizi’nde boğuluyor.
100 yıllık kâbustan ilk uyanan, ilk silkinen, ilk kendine gelen Türkiye. Bir şeyi nerede kaybetmişseniz orada bulursunuz. Kaybettiklerimizi hep burada, Anadolu coğrafyasında kaybettik. Diriliş yine burada, Anadolu coğrafyasında gerçekleşiyor. Bunu gören oyun kurucular Türkiye’ye de bir yoklama çekiyorlar, Mısır’da elde ettikleri neticeyi elde edemeyeceklerini anlayınca başka planlar yapmaya, başka karanlık emeller peşinde koşmaya başlıyorlar.
19. yüzyılın ikinci yarısında Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı’yı ‘insanlığın son adası’ olarak tarif ediyordu. Bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tevarüs ettiğimiz miras budur. Bu miras bizim en kıymeti hazinemizdir. Çünkü Türkiye, sadece Türkiye’den ibaret değildir. Türkiye, dün olduğu gibi bugün de büyük bir medeniyetin bayraktarıdır. Bu yükümlülükten kaçamaz. Medeniyetimiz yeniden insanlığı aydınlatacaksa, buna giden yolda gereken ilk enerjiyi Türkiye ortaya koyacaktır.
Bugün, milletin mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik önemli adımlar atılmıştır. İmtiyazlı kesimler, haksız kazanımları şöyle dursun, imtiyazları bile ellerinden alınmamışken, mağdurların haklarının iadesini kendileri açısından bir hak kaybı olarak algılayıp gürültü çıkarmaktadırlar. Bunlar arasında her dönemin cemaati olarak adlandırabileceğimiz, milli iradeye kumpas kuran yapı da bulunmaktadır. Bürokraside, siyasette, ticarette her dönemde kendilerine pay ayrılmasına alışmış olan cemaat görünümlü yapı, başkalarına hayat hakkı tanımayacak boyutta pervasızlaşınca tasfiye olmuş ve en çok gürültüyü bu yapının mensupları çıkarmaya başlamışlardır. Bu da bir imtiyaz savaşıdır.
Türkiye, bu coğrafyada yaşayanlar için, mazlum Müslümanlar ve mazlum dünya halkları için en önemli sığınaktır. En somut örnek olarak bugün iki milyon Suriyeli üç yıldır bu milletin imkânlarıyla barındırılmakta, iaşe ve ibatesi karşılanmaktadır. Türkiye’de milli irade tökezlerse, ülkenin kaynakları har vurup harman savurulmakla kalmaz, bu garip gurebâ da perişan olur. Zaten bunu deklare eden vicdan ve insaftan yoksun siyasi liderler de bulunmaktadır.
Türkiye’nin yeniden eski Türkiye olmaması için, milletin güçlü olması ve milletimizi çeşitli başlıklarla bir araya getiren, örgütleyen, birey olmaktan örgütlü bir güç olmaya dönüştüren sivil toplum kuruluşlarının güçlü olması gerekmektedir. Milletimiz, yutulmayacak büyüklükte olursa, Türkiye’de hiç kimse milli iradeyi ayaklar altına almaya cesaret edemez. Bunun yolu, sivil oluşumlarda bir araya gelmek, birlikte nitelikli bir büyüklüğe erişmektir.
Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen, Türkiye’nin nitelikli, etkin, yol açıcı, lokomotifi olmaya, bununla paralel olarak büyümeye devam ediyor. Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen, milletimizin safında yer aldıkça kamu çalışanları da Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in safında yer alıyor. 1992 yılından bu yana her yıl biraz daha büyüyerek Türkiye’nin en büyük sendikası olan Eğitim-Bir-Sen, 2015 yılı mutabakatlarında 340 bin 325 üyeye ulaşmıştır. Başta Eğitim-Bir-Sen olmak üzere, Memur-Sen’e bağlı sendikalar 11 hizmet kolunun 11’inde de yetkiyi yine almıştır.
Şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Üye sayımız, sahip olduğumuz maddi imkânlar tek başına bizi biz yapmaz; bizi biz yapan, anlam ve değerler dünyamızdır, varoluş gayemizdir. Bu çerçevede, anlam dünyamızda bir çözülmeye izin vermemeliyiz, inşa edici mücadelemizden asla vazgeçmemeliyiz.
Merhum Erol Battal’ın güzel bir sözü vardır: “Dinlenilmeden çalışılmıyor.” Eylül başından itibaren dur durak bilmeden fedakârca çalışan Eğitim-Bir-Sen teşkilatlarına hayırlı bir yaz tatili diliyorum. Genel Merkezimiz için yaz dönemi, tatil dönemi anlamına gelmiyor. Bu yaz, 3. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarının kazanımlarını artırma mücadelesi içerisinde olacağız.
Üyelerimize ve bütün eğitim çalışanlarına hayırlı bir tatil, bereketli bir Ramazan, huzur ve mutluluk dolu yarınlar diliyorum.
Ali YALÇIN
Eğitim-Bir-Sen ve Memur Sen Genel Başkanı
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.