21 Kasım 2024
  • İstanbul13°C
  • Ankara17°C

HİKMET SIRRINA EREBİLEN ÜSTÜN ZEKÂLI ÇOCUKLARI TANIMA VE YETİŞTİRME DAVA

Ali Yalçın

10 Eylül 2016 Cumartesi 16:08

“Hikmet, Yüce Yaradan’ın dilediği kimselere bahşettiği bir hayırdır. Bu hayrı ise derin düşünebilen akıl sahiplerinden gayrısı anlamaz.” Kur’an-ı Kerim’in ikinci suresinde bu şekilde ifade edilen hikmeti ünlü mütefekkir Farabi, “En üstün ilimle en yüce şeyleri akıl etme” olarak açıklamaktadır. Hikmet sahibi insan, Allah tarafından kendisine bahşedilen hayırları fehmedebilenden başkası değildir. Bu ihsana layık görülen insanın üstün zekâlı ya da yetenekli biri olduğu inkâr edilemez. Üstün zekâ ya da yetenek sahibi olduğu halde bunu fehmedemeyen ve Allah yolunda kullanmayan insan bu özelliğini kaybetmiştir. Allah’ın kendisine bahşettiği akıl, zekâ ve yeteneği kendi milletini ya da insanlığı helâk etmenin bir aracı olarak kullananların ise insanlığından bahsetmek mümkün değildir. Henüz tam manasıyla atlatamadığımız süreçte 15 Temmuz gecesi halkına, devletin kurumlarına, komutanlarına ve Devlet Başkanına yönelik menfur cinayetlere teşebbüs eden ve iki yüz elliye yakın insanımızı şehit eden güruhta yer alanların zekâ ve yetenekten yoksun olduğunu söylemek gayr-ı kabildir. Bunlar, sahip oldukları zekâ ve yeteneği ihanet ve cinayet aracı olarak kullanan haşhaşîlerdir.

Üstün zekâ ya da yetenek, insanoğlunun gördüklerini, duyduklarını ya da okuduklarını olduğu gibi almak yerine bunları kendi bilgi, tecrübe, anlayış, izan ve irfanı doğrultusunda bir süzgeçten geçirerek almasını gerektirir. Üstün zekâlı insanlar, sahip oldukları olumlu yönlerini daha güçlendirecek, olumsuz yönlerini de elimine edecek bir kavrayışa sahiptirler; toplumsal algıların ve doğruların oluşmasında önemli roller oynayabilirler. Bu bireylerin, doğruluk ve duyarlılıklarından dolayı, ahlâkî erdemlere ulaşmaları, ulaşmamaları ihtimalinden daha yüksek olmasına rağmen durum, her zaman bu yönde tezahür etmeyebilir. Üstün zekâlıların yüksek ahlâkî erdemlere sahip olabilmeleri için aile, çevre ve eğitim kurumlarının sistematik bir işbirliği içerisinde olmasına ihtiyaç vardır.

Yaşadığı toplumun güncel ve geleceğe yönelik sorunlarını görebilme, bunlara yönelik çözüm yollarını araştırma ve bulabilme kabiliyetine sahip olan üstün zekâlı bireyler bütün toplumlarda vardır, ancak sayılarının sınırlı olduğu teorik olarak bilinir ve bu bireylerin toplum içerisindeki oranın yüzde ikisini-üçünü aşmadığına inanılır. Bu teori doğrultusunda nüfusu seksen milyona yaklaşan Türkiye toplumunda yaklaşık üç yüz-üç yüz elli bin üstün zekâlı ya da özel yetenekli insan bulunmaktadır. Oysa herhangi bir araştırmada ya da kaynakta bu sayıya ilişkin bir bilgiye ulaşmamız mümkün görünmüyor. Toplumumuzun bütün maddi kaynaklarından daha değerli olan bu insan kaynağımızdan bîhaber olmamız, bunları tanıma ve geliştirme konusunda ciddi saiklerimizin olmaması oldukça yaralayıcı bir durum arz etmektedir. Oysa gelişmiş toplumlarda üstün zekâlı ya da özel yetenekli çocukların teşhisi ve eğitilmesi konusu büyük bir önem taşımaktadır. Ülkemizde üstün zekâlı ve özel yetenekli çocukların ilkokul seviyesinden itibaren teşhis edilmesine, bunlara yönelik eğitim programlarının hazırlanması ve uygulanmasına, bu sürecin sonunda bir değerlendirmenin yapılmasına ihtiyaç vardır. Ancak teşhis, eğitim süreci ve değerlendirme aşamalarında, sürecin bütünsel olarak yerli ve milli bir çizgide olması en temel şartımız olmalıdır.

Üstün zekâlı ya da özel yetenekli öğrencilere yönelik süreçte toplumun diğer kesimlerinin duygularını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Süreçte dikkatli olunursa, toplumda belli bir oranda üstün zekâlı çocukların var olması, üstün zekâlı olmayan toplumun diğer kesimleri tarafından kabullenilebilir ve izah edilebilir bir olgu olarak kabul görecektir. Yaratıcının bazı bireyleri üstün zekâ ve özel yetenekle donatarak bu dünyaya göndermesi, sorgulanması gereken bir konu olamaz. Yaratma eylemi, tamamen Yaratıcının kudret elinde olduğundan, birilerinin üstün zekâlı olması diğerleri açısından bir dezavantaj ya da olumsuzluk olarak görülemez. Üstün zekâlı ve diğer toplum kesimlerinin eğitimlerinde bu olgunun gözden kaçırılmaması elzemdir.

Değerler ve ahlak eğitimi açısından üstün zekâlı olan-olmayan bütün bireylerin aynı erdemlere sahip kılınması toplumsal birliktelik ve süreklilik açısından kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zorunluluğu son günlerde yaşamakta olduğumuz süreç ayan beyan ortaya çıkarmış durumdadır. Zekâyı kullanarak erdem, ahlâk, irfan ve hikmeti devre dışı bırakan mankurtların yaptıklarını bizler ve bizden sonra gelenler her zaman lanetleyecek ve bundan ibret alacağız.

Mankurtlaştırılmış bir insandaki zekânın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğuracağını 15 Temmuz itibarıyla içinden geçtiğimiz şu günlerde bir kez daha toplum olarak iliklerimize kadar müşahede ettik. Yıllarca Anadolu’nun zeki çocuklarının eğitimdeki fırsat eşitsizliğini tuzak olarak kullanan, ‘sahip çıkıyoruz’ diyerek başkalaştıran ve nihayetinde milletine namlu doğrultan vatansızlar ordusu peyda edenler bize göstermiştir ki, zekâ illegal yapıların eline düştüğünde millet için en büyük tehdittir. Milletin hazinesi ve geleceği olan üstün yetenekler erken keşfedilip doğru yönlendirilmediği ve sistematik bir eğitimle topluma kazandırılmadığı sürece hain yapıların veya dış güçlerin kuşatmasıyla karşı karşıya kalacaklardır. Hiçbir insanını israf etmemesi gereken devletin üstün yeteneklere ayrıca eğilmesi toplumun hazinesine sahip çıkmasıdır.

Üstün zekâlı bireylerin teşhis edilmesi oldukça zor bir süreç olmasına rağmen imkânsız değildir. Bu özelliklere sahip bireylerin daha erken yaşlarda teşhis edilmesi, gerekli eğitim imkânlarının sağlanması, ailelerine gerekli maddi desteğin verilmesi önem arz etmektedir. Üstün zekâlı çocukların özel eğitime tabi tutulmaları kaçınılmaz bir şart değildir. Tanılama sürecinden sonra bu bireylerin toplumsal, ahlakî, vicdani ve dini hassasiyetler kazanabilmeleri açısından umuma açık okullarda belli bir süre eğitime tabi tutulmasından sonra gerekirse bu süreci müteakiben kendi durumlarına uygun özel eğitim kurumlarında eğitilebilirler. Genel eğitim sürecinde toplumdan ve dinden soyutlanmadan alınacak eğitim, üstün zekâlı çocukların sürekli olarak vicdan muhasebesi yapmalarını sağlayacaktır. Bu yolla, kendilerinden talep edilen devlete, millete ve dine muarız istek ve beklentileri dikkate almayacak ve talep sahiplerini belki de doğru yola sevk edebileceklerdir.

Osmanlı padişahlarının erkek çocuklarını eğitmek amacıyla kurulan Şehzadegân Mektebi, üstün zekâlı ve özel yetenekli olarak kabul edilen şehzadelerin eğitildiği geçmişte tecrübe edilmiş kurumlardır. Bu kurumlardan mezun olan her bir şehzade, padişah olacak şekilde yetişmiş olmaktaydı. Diğer yandan, genellikle Müslüman olmayan tebaadan devşirilen üstün zekâlı ve özel yetenekli gençlerin eğitildiği Enderun Mektebi’nde geleceğin devlet adamları yetiştirilmiştir. Bu iki kurum hakkında sahip olduğumuz bilgiler, sahip olmamız gereken bilgilerden fersah fersah geridedir. Bu iki kurumun, orijinal belgelerinden incelenerek günümüz üstün zekâlı ve özel yetenekli gençlerinin yetişmesine ışık tutacağı aşikârdır.

Tarihimizde bugünkü anlamı ile üstün zekâlı ve özel yetenekli çocuk ve gençlerin eğitimlerinin sağlandığı okullar bir sistem içerisinde süreklilik gösterememiş; geçmişteki tecrübeler doğrultusunda yenilenerek geleceğe uzanmak yerine siyasi buhranların etkisiyle akamete uğramıştır.

Bugün, geçmişte üstün zekâlı çocuklar için izlenen politikalar yeniden analiz edilerek eğitim sistemimizin içerisinde üstün zekâlı çocuklara daha kapsamlı ve nitelikli bir yer verilmeli, üstün zekâlı çocuklar siyasetin de ötesinde bir devlet politikasıyla yetiştirilmelidir.

Toplum, zeki çocukların dehasından mahrum bırakılmamalı, potansiyel dehalar da uygun ortam bulamadığı için kaybolmamalıdır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.