26 Aralık 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara3°C

HAYATIM, PENDİK?E VE PENDİKLİYE VAKFEDİLMİŞ BİR HAYATIN HİKAYESİDİR

Mevlana?nın ?gel?i gibi, Sheaksper?in ?ol ve öl?ü gibi, benim hayatım da, kendisi için yaşanmış bir hayat değildir. Geriye dönüp baktığımda, iyiki böyle yaşamışım diyorum.

Hayatım, Pendik?e ve Pendikliye vakfedilmiş bir hayatın hikayesidir

     
Pendik’te, Hüsamettin ELÇİ ismini bilmeyen çok az kişi vardır. 40 yılı aşkın bir süredir Pendik’te yaşayan Elçi, hayatının, Pendik’e ve Pendikliye vakfedilmiş bir hayatın hikayesi olduğunu söylüyor. Pendik’e ilk geldiğinde, kereste ve inşaatla iştigal eden ELÇi, 1989 yılından sonra da sürücü eğitimi veren işletmesini faaliyete geçirdi. Elçi Eğitim Kurumları, bu gün İstanbul’da 6 ilçede ve Türkiye genelinde 11 ilde faaliyet gösteriyor. Hüsamettin ELÇİ, 1994, 1999 ve 2009 yıllarında belediye başkan adayı oldu.
2009 seçimlerinden sonra aniden rahatsızlanır. Çekilen tomografiden sonra akciğer kanseri teşhisi konur. Tedaviye birlikte başladığı 6 arkadaşını da tedavi sürecinde kaybeder. Kendisini gayet sağlıklı gördük, hastalığı atlatmak üzere olduğunu söylüyor.
ANNEMİN SEVGİSİNE ŞİMDİ DAHA ÇOK İHTİYAÇ DUYUYORUM

Annemi, hiç görmedim. Resmini bile görmedim. Kime benziyor bilmiyorum. Yarın kavuştuğumuzda, nasıl tanıyacağımı da bilemiyorum. Hayata, hastalıklara, zorluklara ve zulmedenlere karşı dik durmayı annesizliğime borçluyum. Çünkü anneler, çocuklarına karşı çok hassas ve korumacılar. Böyle olunca da, özgüven gelişiminde zorluklar yaşanıyor. Annenin yokluğu, yaş ilerledikçe daha çok hissediliyor. Anne sevgisine, şimdi daha çok     ihtiyaç duyuyorum.
 “Benim hayatım, kendisi için yaşanmamış bir hayattır.” sözünden ne anlamalıyız?
1977 yılında başladığım ticari hayatımda, çok para kazandım. Benim önceliğim insan kazanmaktı. Bu nedenle eğitim sektörüne girdim ve 63 bin öğrencim oldu. Kazandığımı Allah’da Pendiklim de bilir hep paylaştım. 13 oda, vakıf ve dernekte başkan olarak hizmet ettim. 30 yılı aşkındır kapımdan giren hiç bir ihtiyaçlıyı, mağduru ve sıkıntısı olanı boş çevirmedim. 30 yılı aşkındır her kim gelir de ELÇİ’nin yanına gittim de kapıya kadar uğurlanmadım derse ben adamım demem. Öyle bir yaşam yaşadım ki, inanın 20 yıldır çoluğumla çocuğumla 3 günü geçen tatilim olmadı. Çünkü, şu derneğin yemeği, falancının düğünü, filanca arkadaşımın cenazesinde mutlaka olmalıyım dedim. Her seçimde, her nizmet yarışında bende varım diye ortaya çıktım. Ve onurumla mücadele ettim. Mevkim büyüdü, ben büyümedim. Rakamlar büyüdü, ben sıfırda kaldım. Bir gün, yeniden sıfıra ineceğimiz şuuruyla yaşadım. Geriye dönüp baktığımda, iyiki böyle yaşamışım diyorum. Çünkü, kazancımda tek bir hazine arazisi, devlet ihalesi ve haksız kazanç yoktur. Ne yaptıysam, alın terimle, dişimle tırnağımla gerçekleştirdim ve onu da bölüşmesini bildim.
Eğitim sektörüne ne zaman girdiniz. Kamuoyu sizi, öncelikle eğitim sektöründeki faaliyetlerinizle tanıdı.

1989 yılında, Elçi Motorlu Taşıtlar Kursu’yla faaliyete başladık. Öncesinde ise, kereste ve inşaat sektöründe faaliyet göstermekteydim. İstanbul’da 6 ilçede; Ümraniye, Sultanbeyli, Pendik, Tuzla, Maltepe ve Fatih’te eğitim kurumlarımız var. Türkiye genelinde ise, 11 ilde şubemiz var. Buralarda, SRC belgesi ve mesleki kurslar veriyoruz. Ayrıca Türkiye’de, uzaktan eğitim veren 3 kurumdan birisiyiz. 3. bin yılın eğitimi adını verdiğimiz bu sistemde, fiziki yapıyı kaldırdık ve sınıf ortamını internet ortamına taşıdık.
Tamamı sertifikalı ve resmi olan; ana okulumuz, yabancı dil kursumuz, bilgiyasar kursumuz, ilk yardım ve mesleki kurslarımız var. Akşam liselerimiz var. 11 ilde, SRC Belgesi veren eğitim kurumlarımız var.
Çarşıya indiğinizde, 100 metrelik mesafeyi bir saatte yürüdüğünüzü söylüyorlar.

Dışarıya çıktığımda, o kadar çok tanıyan çıkıyor ki, herkesle tek tek kucaklaşıp, hal hatır soruyorum. Bazıları diyor ki, siyaset için gülümsüyor, tebessüm ediyor. Hiç öyle şey olur mu? Benim yapım bu. Efendimiz (SAV)’in sünnetini yerine getiriyorum. “İnsanlara güler yüz göstermek, sadakadır” sözünün gereklerini yerine getiriyorum. Hiç bir zaman asık suratlı olmadım, olamam da. Herkese gülümserim, tokalaşır ve sarılırım. Zaten yaşamın manası bu değil mi? İnsanlardan da bu karşılığı zaten fazlasıyla buluyorum. İşyerimden Cuma Namazı’na gitmek için erkenden çıkıyor, ancak yetişiyorum. Gidene kadar, o kadar çok dostla karşılaşıyorum ki, hepsine sarılıyor, kucaklaşıyorum. Yıllardır böyleyim. Bu özellik, genlerimden geliyor. Bazılarının dediği gibi yapmacık olsa, bir ay, iki ay yapılır. 40 yıldır devamlı yapılan bir alışkanlık, hiç gösteriş olur mu?
Üstelik sadece Pendik’te mi? İstanbul’un bir çok ilçesinde ve Türkiye’nin bir çok ilinde aynı durumla karşı karşıyayım. Hayatın en güzel yanı da bu olsa gerek.
1994’te, Recep Tayyip Erdoğan ile il başkanlığında görüştünüz.

Siyasette ilk deneyimim, Anavatan Partisi’nde oldu. Rahmetli Özal’a, yoğun bir sevgim vardı. 1989 yılında, partisinden aday adayı oldum. Ancak, adaylık nasip olmadı.
1994 yılında, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, beni, Refah Partisi İl Başkanlığı’na davet etti. 1 saat 45 dakika görüştük. Pendik Belediye Başkanlığına aday olmamı istemedi. Kendisiyle çalışmamı istediğini söyledi. Büyükşehir meclisinde birlikte çalışmayı teklif etti. Teşekkür ederek, kabul edemeyeceğimi, Pendik’ten belediye başkan adayı olacağımı söyledim. Bu, benim, siyasetteki keşkelerimden birisidir. O gün, o teklifi kabul etseydim, bu gün ne olurdu. Allah bilir.
Daha sonra Büyük Birlik Partisi, adaylık teklifinde bulundu. Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nun teklifini, kabul ettim. Çamlıca’da, BBP’nin Türkiye’deki ilk belediye başkan adayı olarak tanıtıldım. O zaman verdiğim şaadet parmağı selamı, BBP’nin selamı oldu. Muhsin Bey’le, kardeş gibiydik. Aramızdan ayrılması, beni ziyadesiyle üzmüştür. Aday olarak girdiğim ilk seçim olan 1994 seçimlerinde, 6 bine yakın oy aldım. Bu oy, BBP’nin, İstanbul’da aldığı tüm oyun yarısına tekabül ediyor
Tansu ÇİLLER, başbakan iken sizi aramış
Dönemin başbakanı Sayın Tansu Çiller, 1999 yerel seçimlerinden önce telefonla aradı. “İstanbul’da, en az bir ilçeyi kazanmak istiyorum. Yaptığımız araştırada bunu seninle başaracağımıza inandık. Adayımız olur musun?” dedi. Düşünmek için izin istedim. Rahmetli Yazıcıoğlu’nun yanına, Ankara’ya gittim. Olanları anlattım. Sarıldı. Bizim partide kazanman mümkün değil, sen bizim kardeşimizsin. Nerede kazanırsan ben kazandım bilirim. Allah işini rast getirsin dedi. Bu mesele, rahmetliyle aramızda bir sır olarak, o günden bugüne kadar kaldı. Ben asla onu terketmedim. Ona vefasızlıkta etmedim. Yalnızca ona sordum. Eğer müsade etmeseydi Allah şahidim olsun ki, başbakanın teklifini kabul etmezdim. Ancak, müsaade aldıktan sonra o zamanki başbakan sayın Tansu Çiller’in adaylık teklifini kabul ettim. 1999 yerel seçimlerinde DYP, İstanbul’daki tüm ilçelerde, çok ciddi bir oy kaybına uğrarken, bir tek Pendik’te oylarını artırdı. 2002’de, AK Parti’den İstanbul milletvekili aday adayı oldum. Yapılan parti içi temayül yoklamalarında Refah Partisi’nden gelmeyen tek aday olarak listede 19. sırada yer alacak oyu almama rağmen aday olamadım. Yine AK parti’den 2004 yılında Belediye Başkan aday adayı oldum. 2007 yılında da birinci bölge milletvekili aday adayı olarak mücadelemi verdim. 2009 yılında yine AK parti’nin belediye başkan aday adayı oldum. Yapılan temayüllerde çok büyük farklar olmasına rağmen yine aday yapılmayınca, büyük partilerde aday olmanın şartlarının bilindiği gibi sadece çok oya, iyi bir kariyere, düzgün bir geçmişe ve siyasi karizmaya bağlı olmadığını, farklı güçlerin etkin olduğunu gördüm. Bu nedenle siyasete nokta koymanın zamanının geldiğine inanarak bağımsız belediye başkan adayı oldum. 

ÇÜNKÜ TAM 30 YIL MÜCADELE VERDİĞİM SİYASET MEYDANINI KILICINI BIRAKARAK BAŞI ÖNÜNDE TERKETMEK BANA GÖRE DEĞİLDİ. O MEYDANDA YA KALKMALI, YA DA O MEYDANA DÜŞMELİYDİM

Siyasette bir noktaya gelemeyişinizi fazla parti değiştirmenize bağlıyorlar.
Oyu olan siyasi partiler, bana hiç gelmedi. Çünkü, yönetilebilecek biri olmadığımı bilirlerdi. Hep, oya ihtiyacı olanlar kapımı çaldı.
Siyasette, çok fazla parti değiştirdiğim doğrudur. Bunun sebepleri var. Ben zekatın sadece mal varlığından dolayı verildiğine değil, Allah’ın insana bahşettiği bilgi, yetenek, ilim ve imkanlarının sadece nefsi ve çoluk çocuğu için değil, tüm insanlara faydalandırılmasının imkanların zekatı olduğuna inanırım. Onun için hep mücadele ettim. Daha fazla insana ulaşabilmek için. Hz. Ebubekir’in “Rabbim, vücudumu öylesine büyüt ki, cehenneme benden başka mümin sığmasın” sözüne muhattap olabilmek benim hayalimdi. Bunu yapmak için koltuğa ihtiyacım yoktu.  Kendi elimle kendi cebimle de bunu yapabilirdim ve yaptım da. Ama bir belediye başkanı olarak bu yaptıklarımın yüzlerce kat daha fazlasını yapabilmek asıl amaçtı. Bu nedenle sadece kenarda köşede tenkit eden değil, yapabileceklerini uygulayabilmek için hep talip oldum. Partiler, fazla bekleyene değil kendi şartlarına uyanlara ancak kapıyı aralıyorlardı. Ben hiç bir yeri terketmedim, gelen tekliflere muhattap oldum.
İL BAŞKANI, SEVİNÇTEN, KAFASINI  OTOMOBİLİN TAVANINA VURDU
1994 seçimleri öncesi, il başkanı Salih Bey ile birlikte, miting yapacağımız Çamçeşme’ye doğru ilerliyoruz. Henüz, Şevket Sabancı Lisesi’nin yanına vardık ki, yoğun bir kalabalık var. Binlerce insan toplanmış, yol kapanmış. İl başkanımız, kalabalığın, hangi amaçla toplandığını sordu. “Efendim, mitinge gelen vatandaşlarımız, bizi bekleyen gönüldaşlarımız.” dedim. Salih Bey, heyecanla; “Bu kalabalık, bizim için mi toplanmış.” dedi.
“Evet.” dedim.
Sevinçten, yerinden fırlamasıyla, kafasını otomobilin tavanına vurması, bir oldu.

TGRT’de, meşhur bir konuşmanız vardı. Kamuoyunda çok konuşuldu.
28 Şubat’ın öncesiydi. Başörtüsü zulmü ve dindar kesime uygulanan baskının olduğu dönemde TGRT’de, siyaset meydanı formatında bir programa davet edildim. Programı, Mim Kemal ÖKE yönetiyordu. Bir general, başörtülü bir genç kızımızı, sürüklettirmek marifetiyle salondan dışarı attırmıştı. Hiç unutmuyorum. “Başörtüsü zulmüne karşı, Sütçü İmam’ın gösterdiği tavrı gösteririz.” dedim. Genelkurmay Başkanı’nı uyardım. “Bu generalin, rütbelerini sök.” dedim. Herkesin dilini yuttuğu bir ortamda, korku cumhuriyetinin yaşandığı bir ortamda, ben bu sözleri, İlahi Rıza için söyledim. Programdan sonra TGRT televizyonu, 3 gün yayına kapatıldı. Mim Kemal ÖKE, programdan el çektirildi. Siyaset meydanı, yayından kaldırıldı. Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı, ayrı ayrı hakkımda dava açtı. Savcının karşısına çıktım, ifade verdim.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu aradı, tebrik etti. BBP genel merkezine 1.100 adet, tebrik faksı geldiğini söyledi. Dönemin Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Mehmet Ali Şahin’de o toplantıda konuşmacıydı. Bana milletvekili adaylığı teklif etti. O seçimde milletvekili aday adayı olan öz ağabeyim vardı. “O adayken, ben, teklifinizi kabul edemem.” dedim.
Pendik’e gelişimde ise, dönemin müftüsü Ahmet Şark ve ilçenin ileri gelenleri, büyük bir sevgi ve tezahüratla karşıladı. İsviçre’nin Zürih kentinden ve Fransa’dan davetler aldım. Buralarda konferanslar verdim. İnsanlar, beni bağırlarına bastılar.
Bu konuşmamdan sonra televizyonlarda, 6 ay, başörtüsüyle ilgili hiç bir yayın yapılmadı. Aleyhte, hiç bir söyleme ve beyanata yer verilmedi. Haksızlık karşısında, kimsenin olamayacağı kadar dik durdum. Hiç bir zulme boyun eğmedim ve hiç bir zalime, meydan bırakmadım.
Hac farizasını eda ettiğinizde sizi, başsavcı zannetmişler.

Çok şükür. İlahi davete, icap edip, 2005 yılında, Hac’ca gittim. Hac için, hayatımda şimdiye kadar giydiğim en pahalı elbiseyi diktirdim. Elbisemle, özel olarak ilgilendim ve çok özel diktirdim. O kadar gösterişli ve güzel bir elbiseydi ki, tüm kafilenin dikkatini çekmiş. Bir gün, otelde asansör bekliyorum. Yanıma, bizim kafileden iki bey geldi; “Acaba, bizim kafiledeki başsavcı siz misiniz?” dediler. Hayır dedim. Beni dikkatlice süzdüler ve “Bu giydiğiniz elbise, biraz abartılı olmamış mı?” dediler. Ben de, kendilerine, “Sizler evlendiniz, daha önce de nişanlandınız, belki de bir kız sevdiniz. Sevdiğinizle görüşmeye giderken, en güzel giysilerinizi giymez miydiniz.” dedim. Yüzleri değişti. Mahcubiyetlerini anladım ve devam ettim. “Ben, buraya, kimin yayına geldim biliyor musunuz? Sevgililer sevgilisinin huzuruna geldim. Tabii ki, böyle güzel giyineceğim. Sıradan bir kıyafetle, üstelik de imkanım var iken, kutsal topraklara gelmekten, hicap duyarım.” dedim.
İNSANLAR; SENİNLEYİZ DEDİLER BIRAKMADILAR
Siyasetten kopmak istedim, ancak bırakmadılar. AK Parti’den aday gösterilmeyince, çevrem sürekli baskı yaptı. İnsanlar geldi; “Seninleyiz.” dediler. Aday olmaktan korktun demesinler diye, bağımsız aday oldum. Demokrasinin bayrağını açtım. Kim, Türkiye’de demokrasi var diyorsa, ben onu dar görüşlülükle itham ediyorum.
30 yıl, onurumla mücadele verdim. Siyasetin savaş meydanında, kılıcımı bırakıp, başı önde terk etmek istemedim. Son dakikaya kadar, elimden kılıcımı bırakmadım. Başım dik olarak ayrıldım ve noktayı koydum.Kıyafetlerim o kadar çok dikkat çekti ki, Araplar bile, bana imtiyaz tanıdı. Medine’de, efendimizi ziyarette, herkes güvenlik görevlilerince uzaklaştırılırken, ben, huzurda 5 dakikadan fazla kaldım.
Son zamanlarda kamuoyunda, hastalığınız konuşuluyor. İnsanlar sağlığınızı merak ediyor. Elçi’nin sağlık durumu nasıl?

2009 Mart ayında yapılan benim de bağımsız aday olduğum yerel seçimlerden sonra, aniden rahatsızlandım. Doktora gittik. Tomografi istedi. İleri tetkikler ve biyopsi sonucu, akciğer kanseri teşhisi kondu. İlk öğrendiğim an, Allah’tan, 2 ay süre istedim. İşlerimi toparlayıp, kimseye borçlu gitmeyeyim istedim. Bir an önce, beni yanına alacağı kanaatindeydim. Her ne kadar eksiklerim ve kusurlarım olsa da, ömrüm boyunca Cenab-ı Hak’kın yasaklarından uzak durmaya çalışan bir insan olarak, hazır olduğuma inanıyordum. Allah’tan korkmuş bir kul olarak, Allah’a şükrediyordum. Şu an, durumum iyi, kendime dikkat ediyorum. Eski sıhhatime kavuşmak üzereyim. Yaradanım’ın buyruğuna da hazırım.
Tek dileğim, herkesle helalleşebilmek. Kimsenin hakkının, üzerimde kalmasını istemiyorum. Ben, herkese, hakkımı helal ediyorum.
Sosyal yaşamda da, dolu dolu bir insanım. 13 ayrı oda, vakıf ve dernekte başkanlık yaptım. Bu görevlerim, halen devam ediyor. Ama, benim en çok sevdiğim yanım, bir çok insanın bilmediği sanatçı kişiliğimdir. Ömrümün kalan kısmında, sanata daha çok yer ayırmak istiyorum. Kitap, şiir ve beste çalışmalarımı, beni, dünyada unutturmayacak kadar geliştirmek istiyorum.
Ud, kanun ve keman çalarım. Türk sanat musikisinde 9 bestem var. Bir hattat kadar düzgün yazı yazabiliyorum. Bu özelliklerimi, hiç ders almadan kazandım ve geliştirdim. Çok güzel kara kalem resim yapabiliyorum. Dünyanın bir çok ülkesini gördüm ama, Amasra hayranıyım. Amasra’nın güzelliği ve mezgit’i bir harika.

Yetime bir aba dik, ahirette postun olsun.
Garibandan dost tut ki, Yaradan dostun olsun.

Hayat boyunca, gerek siyaset, gerek iş ve gerekse de sosyal yaşantımda, zenginlerden çok etrafımda hep garibanları, fakir ve fukaraları gördüm. İlçe başkanlığı adaylığımda, rakip listeye baktım, çoğu tanınmış ve zengin kişilerdi. Kendi listeme baktım, ne kadar gariban varsa bende.
Gülümseyerek, Rabbim’e hamd ettim ve şu mısraları listenin altına yazdım;
“Yetime bir aba dik, ahirette postun olsun.
Garibandan dost tut ki, Yaradan dostun olsun.”

Hayatınızın en önemli gününü sorsak.

Öylesine dolu bir yaşam yaşadım ki, başbakandan cumhurbaşkanına, sanatçısından ilim adamlarına kadar o kadar dostum, o kadar hatıram var ki, ama bendeki bir hatıranın yeri çok farklıdır. Bu benim dünyadan Rabbim’e götüreceğim bir günün hikayesidir.
Yetimlere özel bir hassasiyetim vardı. Hep onlara bir şeyler yapmak iserdim. Ama herkes gibi elbise ayakkabı almaktansa, onların aklında, gönlünde kalabilecek bir şey yapmak istedim., Düşündüm, Pendik’te tespit edebildiğim 752 yetim çocuğu bir pazar günü 14 otobüsle Tatilya’ya götürüp, onlara bir gün boyu analık babalık ettim. Bazıları hayatındaki ilk kolasını benim elimden içmiş, bazıları hamburgeri il benim elimden tatmıştı. O gün öyle farklı şeyler yaşadım ki bu benim hayatımın en mutlu, en huzurlu ve en anlamlı günüydü.


ANNE’YE


Kapatma, ne olur kirpiklerini.
Evladım, canım de, bir daha söyle.
Duyayım son defa, ipek sesini.
Evladım, canım de, bir daha söyle.

Saçımı şefkatle kim okşayacak,
Derdimle gözleri, kimin dolacak,
Dil ucu söyleyen bulunur ancak,
Evladım, canım de, bir daha söyle.

Elimi çekmeden, o ellerinden,
Düşerken son damla kirpiklerinden.
Son defa olsa da, öyle derinden,
Evladım, canım de, bir daha söyle.

Gitmen mi gerekli, söyle bu gece?
Çok ağır olmaz mı, bu ceza sence?
Bir bak ta yüzüme, gitmeden önce
Evladım, canım de, bir daha söyle.

                                             H.ELÇİ



BİRKAÇ MISRAYMIŞ MEĞER

Hayat, sevgi, mutluluk ne varsa sence değer.
Ben toplayıp çıkardım, birkaç mısraymış meğer…

GÖNLÜMDEKİ FIRTINA

Fırtınasına gönlün, sineyi bent etmesem.
Boğar arzı gözyaşım, gözümde hapsetmesem...
H.ELÇİ

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.