ESER TAHLİLLERİ GAYRİ MİLLÎ UNSURLAR BAKIMINDAN SİNEKLİ BAKKAL-4

Coşkun Otluoğlu
22 Mayıs 2025 Perşembe 11:59
Bundan önceki üç yazımızda Müslümanlar için sembolik de bir anlamı bulunan imam karakterinin olumsuz yönleriyle ve aşırı biçimde küçümsenerek ele alınması ve Sultan Abdülhamit Han hakkındaki Ermeni ve Siyonist Yahudi söylemleriyle eserde söz edilmesi eserin gayri millî unsurlar bakımından öne çıkan hususları olduğunu göstermiş olduk. Bu yazımızda da diğer hususlara göz atıldıktan sonra sonuç bölümündeki hükmümüzü vermiş bulunacağız.
IV. AHİRET İNANCININ HAFİFE ALINMASI
İslam’ın temel prensiplerinden biri olan ahret inancı eserde istihzalı biçimde ele alınmıştır. Eserde ahret düşüncesi yüzeysel olarak ele alınmış ve istismara açık bir dil kullanılmıştır.
Eserin kahramanlarından Saliha Hanım’ın gözünden de “ahret düşüncesi” sevimsiz gösterilmiştir:
“Halbuki o, buruşuk yüzünü daha buruşturuyor, ahret düşüncesini hiç sevmiyordu. Solucanı, akrebi bol, rutubetli, kara ve soğuk topraklar… Şayet ruhu oradan cennete giderse? O da pek keyifli bir yer değil. Her halde saz, söz, şaka, alay orada yasak…” (S.30)
Romanın olumsuz algı oluşturması bakımından imamın bakış açısıyla Cehennem algısının İlahi Komedya şairi Dante’ye atıfta bulunulması da eserde yer almaktadır.
“Evvela İmam, Dante’yi solda sıfır bırakacak bir dehşetle bu ukubet (azap) diyarını (Cehennemi) canlandırıyor, sonra babasının, ezelî yurdu orası olduğunu, şüphe götürmez bir katiyetle söylüyordu.” (S.24)
V. KADIN ve TOPLUM
Eserde Türk kadınının toplum içinde çürümüş olduğu Hilmi ile annesin arasında geçen konuşmalarda dile getirilmiştir.
“Devleti çeviren çarklar sakat; cemaat hayatı çürümüş, kadınlarımız…” (S. 57)
“Milletin yarısı, öbür yarısının hayvaniyetini doğurmakla meşgul. Çocuğu kim doğurursa doğursun. Keşke piliç gibi yumurtadan çıksak! Fakat onları asıl kim terbiye ediyor, bir kere ona bak…” (S.57)
Hilmi, babası Selim Paşa ile yaptığı münakaşada Türk kadınının kafasızlığı ve zilletinden söz etmiştir.
“Halkın tembelliği, uyuşturucu kanaati, yüksek sınıfların boş ve düşük bir sefahate dalmaları hep bu bizim inleyen, ağlayan musikimizin tesirinden. Kadınlarımızın kafasızlığı, zilleti…” (S. 54)
VI. ALLAH – ŞEYTAN
Eserde dinî konuların sürekli dile geldiği bölümlerde yazar gayri ciddi bir tavır sergilemiştir. Henüz çocuk denecek yaştaki Rabia babası ile ilgili kendisine sorulan sorulara cevap verirken aldığı cevaplar oldukça müstehzi ve gayri ciddidir.
“- Babam fena bir adamdı Hanımefendi, hiç camiye gitmezdi… Ölünce… Cehenneme gidecek…
- Fena değil, zebanileri güldürür.”
- Hanımefendi, babam ölürse sahi cehenneme gider mi?
- Niçin gitsin yavrum, kimseye ziyanı dokunmazdı ki… Ama bilinmez, Allah’ın hikmetine akıl ermiyor, bu yaşa geldim bizden ne istediğine daha akıl erdiremedim.
Sustu. Sonra yarı acı yarı müstehzi bir sesle ile ilâve etti:
- Şeytanın ne istediği apaşikâr, herkesin aklı ona su gibi eriyor.” (S. 35)
Eserde mutlak manada İslam inancındaki Allah’tan söz edilmez. Bunun yerine Allah da diğer mevhumlar gibi anılmış ve karşılaştırmaya gidilmiştir. Ayrıca Allah inancı somut biçimde değil muğlâk biçimde “aşk” olarak dile getirilmiştir.
Peregreniri ile Mevlevî tarikatına mensup Vehbi Dede arasındaki konuşmalarda bu husus göze çarpmaktadır.
“Bence Şeytan ve Allah diye kâinatta iki kuvvet yoktur. Hepsi, her şey bir tek hakikatin, bir tek kudretin görünüşü. Cüz ve fertlerden en muazzam güneşlere kadar, insandan, göze görünmeyen böceklere kadar hep bir tek yaratıcı kudretin eseri. İyi-kötü, güzel-çirkin, Allah-Şeytan bunlar, icat edilen isimler. Hepsinin arkasında, kendi kendisini halk etmiş olan, ve mütemadiyen halk etmekte olan bir kudret var. O, o… Kainat denen perdeye, gölgelerini aksettirmek için yaratmak fiilinde devam eden Hâlik… adı Allah, Rab, ne olursa olsun. Nurunun en parlak, en ezelî olduğu bir yer, sırrının karşılığı bir tek şey vardır: Aşk!” (S.79)
Bununla birlikte Vehbi Dede’nin ağzından Allah ile fert arasında bir iletişim kurulması gerektiğinde somut olarak gerçek manada Allah’tan söz edilmesi gereği duyulmuştur.
“Allah’la fert arasında vasıta lazım değildir… Her fert ancak kendi arzusuyla Allah’a dahil olur, teselli ve sukûn bulabilir.” (S. 235)
VII. DOĞU - BATI
Eserde çok sıkça rastlanan diğer bir husus da Doğu- Batı çatışmasıdır. Yazar genel bakış açısı olarak Batı tarafını seçmiş görünse de Mevlevî tarikatına mensup Vehbi Dede’nin görüşlerini ön palanda tutmuş referans olarak Vehbi Dede’yi esas kabul etmiştir.
“Vehbi Dede evliya gibi ama, insana huzuru Mevlit dinlemiş gibi hüzün veriyor.” (S.232)
Daha eserin başında Molla Cami’nin “Kâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal, yani aynalara vuran akisler veyahut gölgeler” beytini referans olarak göstermiş böylece bu dünya hayatının geçiciliğinden söz etmiştir. (S.9)
Bununla beraber romandaki kişilerin seçiminde yazar taraflı davranmış, ideal insan tipi olarak Vehbi Dede’den sonra Batılı Peregreniri’yi ön palanda tutmuştur. Peregreniri önce Rahip, sonra ateist ve nihayetinde Rabia ile evlenmek için Müslüman olmuştur. Annesinden yüklüce bir miras elde eden ve piyano dersleri vererek İstanbul’da kalburüstü aileler içinde yer tutunmuş Peregreniri’nin yolları Müslüman bir ailede yetişen Hafız Rabia ile buluşturulmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere, Müslümanlar için sembolik bir değeri de bulunan İmam karakteri oldukça olumsuz bir biçimde ele alınmış, yine Müslümanlar ve Türkler için tarih sahnesinde önemli bir yere sahip Sultan Abdülhamit Han hakkında aşağılamaya varacak kadar ciddî bir olumsuz bakış açısı ile eser yazılmıştır.
Diğer yandan medeniyetimizin Batı medeniyeti karşısındaki durumu ile ilgili de Batı medeniyeti tarafında bir tutum alınmıştır.
Selim Paşa ile oğlu Hilmi arasında geçen konuşmalarda bu hususlar göze çarpmaktadır.
“- Bir Müslüman milletinin an’anesini, medeniyetini neden her vesile ile tahkir ediyorsun.
- Medeniyetimiz yok ki tahkir edeyim. Ziya Paşa’nın dediği gibi, sizin tahkir ettiğiniz küfür diyarı mamureler, kâşanelerle dolu, mülk-i İslam baştan başa virane…” (S.55)
SONUÇ
Millî değerlerini terk etmiş milletler, diğer milletlerin taklitçisi veya sömürgesi olmaya mahkûmdur. Millî değerlerin nesillere aktarılmasında en önemli işlev dil ile yapılmakta, edebiyat, tarih ve sanat eserleri ise bu aktarma işlevini asırlar boyunca sürdürmektedir. Cumhuriyet Döneminin bir zamanlar en çok okunan romanları arasında gösterilen Sinekli Bakkal maalesef millî değerleri hırpalayan ve tarihi kişilikleri muarızlarımızın istediği biçimde dile getirmiş “angaje bir roman” olarak edebiyat dünyasında yerini almıştır. Millî kültüre hiçbir katkısı olmadığı gibi klasik manada dile getirilen Doğu-Batı çatışmasını oryantalistlerin bakış açısıyla ele almış ve tarafını Batıdan yana göstermiştir. Önce terörist Ermeniler tarafından Kızıl Sultan lakabıyla eleştirilen Sultan Abdülhamit Han, daha sonra Siyonist Yahudiler ve Türkiye düşmanı Batılılar tarafından aynı üslup ve bakış açısıyla yok edilmeye çalışılmış Jön Türkler ve Sinekli Bakkal gibi eserler de buna çanak tutmuştur. Ayrıca eserde idealist insan tipi önce Hristiyan bir rahip, sonra ateist ve nihayetinde Müslüman Pregleni gösterilmiş, eserde dinî ve millî konular millî bir yazarın kaleminden değil de oryantalist birisi tarafından ele alınmış gibidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.