EDEBİYAT TEORİLERİ
Coşkun Otluoğlu
27 Kasım 2020 Cuma 14:19
Büyük şair Fuzûlî:
''Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kîl u kal imiş ancak.''
derken büyük bir teorinin sayfalar dolusu girizgâhını yapmış bulunmaktadır. Âlemde var olan gerçek şeyin yalnız aşk olduğunu, ilmin ise aşkın yanında bir dedikodudan ibaret kaldığını ifade etmiştir.
Bazı Batılı teorisyenlere göre ise ‘sanatın kökeni iştir.’ Devamında da ‘edebiyatın bir üretim işi’ (Plehanov- Marksist Eleştiri) olduğundan yola çıkılarak insanı merkeze alan anlayıştan uzaklaşıldığı, çevrenin etkileriyle sanatın gayesinden saptığını görmekteyiz.
Başka bir teoriye göre de: ''Yalnızlaşan aydın insanın ruhunun çığlığıdır.'' (Ekspresyonizm-Anlatımcılık) Bu da insanın baskı, yıldırma, acı, korku gibi sosyal hayatta gördüklerine karşı sanatçının içine dönme ve ruhsal yaşantılarını ifade etme biçimidir.
Diğer bir teori de “edebiyatın kendi iç estetiğini oluştururken sanatın veya edebiyatın gerçeğini yansıtmak’ olduğu fikrinde ısrar eder. (Rus Biçimciliği)
Sanatı bir “iç sistemler bağlantısı” olarak gören başka bir teori de sanatı adeta bir makine gibi gösterir. Üstelik eseri incelerken veya ele alırken edebî eserin; devir, sosyal yapı, yazarın konumu gibi etkenlerin ele alınmasına izin vermez, sadece dilbilim sistemine önem verir. (Yapısalcılık)
‘Psikolojinin prensiplerinin edebiyat incelemelerinde veya okuyucu üzerindeki etkilerinin ele alınması’ bakımından ortaya çıkan diğer bir teori de yazar ruhu ile eseri üzerinde durur. (Psikoanalitik Eleştiri)
‘İnsanı tecrit edilmiş bir varlık’ olarak ele alan başka bir teori de hayatı saçma olarak görür. ‘Kişinin tercihlerinde yapabileceği seçimler ona elem verir.’ (Varoluşçuluk- Egzistansiyalizm)
Başka bir teori de saçmalığın ve sıra dışı anlamsızlığın, muhayyile, fantezi, rüya gibi insanî ögelerin edebiyat için temel olduğunu savunur. (Gerçeküstücülük- Sürrealizm)
Modern veya post modern teorilerin temelinde insanın bir kültür etrafında birleştiği ve bireyi mutsuz edecek bir bombardımanın altında kaldığının izleri vardır. İnsanın hayatını kolaylaştırdığını düşündüğümüz modern araç gereçlerin gerçekte insanın hayatını tabii olandan uzaklaştırarak; müzik, video, televizyon, reklâm, trafik ve şehirleşmenin getirdiği estetikten uzak mimari ve diğer elektrikli veya elektronik araçlar vasıtasıyla kendi gerçekliğine yabancı bir şekle sokmuştur.
Amacın yerini oyun, düzenin yerini değişim, hiyerarşinin yerini anarşi, varlığın yerini yokluk, şehirleşmenin yerini parçalanma, yücelmenin yerini otoriteye karşı olmak şeklinde bir bozulma, modernleşmeden post modernliğe doğru bir değişimdir.
Bu değişmenin insanı mutluluğa mı yoksa mutsuzluğa ve yabancılığa mı doğru götürdüğünün üzerinde durulması gerekir. Bu teoriler, edebî veya insanî değerin mi yoksa insandan kaçışın mı birer teorisidir? Bu tür incelemeler edebiyat sahasının değil daha çok ahlâk, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin konusudur.
Edebiyat teorisini oluşturan bir felsefeden söz etmek için insan, aşk ve edebiyat bir bütün olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla insan her ilmî gayenin ve sonucun merkezindedir. Aşk ise edebiyatın muhteviyatını oluşturan aslî unsur gibidir. Aşkı ve şiiri ötelemiş bir edebiyat teorisi temel manada eksik sayılır.
Sözünü ettiğimiz bu teorilerin ışığında insan ve edebiyat nerededir?
Kendisinin düşmanı bir insanlık, kendi iç âleminden yola çıkarak dışına doğru hücum eden bir yabancılaşma ve haykırmaya çalıştığı şeyin insan tabiatına aykırı bir çığlık ile seslendirmesi edebiyat teorisinin üstesinden gelmeye çalıştığı bir alan olarak karşımızdadır. İnsanı karşısına alan bir teori ne kadar gerçekçidir ve ne kadar başarılı olur? Bunun bir ilmî sonuca varması mümkün müdür?
Edebiyat teorisi gerçekte bir insan teorisidir. İnsanı merkeze almayan ve onsuz bir teoriden söz etmek sistemi yanlış kurmaya yol açar. Gaye, üslûp, yol, yöntem tamamen insan merkezli olmalı ve varacağı nihai hedefin de yine insan olduğu gerçeği dikkatlerden kaçmamalıdır.
Bilimsel açıdan istemleştirilmemiş hiçbir düşünce kalıcı olamaz. Kalıcı olmayan bir şeyin de devamlılığından söz edemeyiz. Kültür devamlılık neticesinde varlığını korur. Belki adı konmadığı için bir sistemin varlığı çoğu kez gözlerden kaçar. Gözlerden kaçan bir sistemin varlığı ortaya çıkmamış ise bu insanın onu ele almasının gecikmişliği veya onun keşfedemeyişindedir. Bununla beraber belki de henüz zamanı gelmemiştir. Dünya'nın yuvarlak oluşunun sonradan anlaşıldığı veya yer çekimi olduğu halde insan tarafından sonradan bilinip kural olarak belirlenmesi gibi. Ne var ki adı konmamış hiçbir sistem de bilimsel değildir diyebiliriz. Bu nedenle teori aşamasındaki bütün düşünceler ilmî gayelerle zamanla bilimselleşmiş bilgiye ulaşacaktır. Böylece kalıcı olana varılabilir.
Sözlerimizin başında aşkın yanında ilmin bir dedi kodu gibi kıymetsiz olduğunu söyleyen Fuzûlî şiir hakkında:
''İlimsiz şiir, temelsiz duvara benzer.'' diyor.
Nasıl ki, temeli olmayan bir duvar en ufak bir sarsıntıda yıkılmaya mahkûmsa, ilmî değerlere ve kıstaslara dayanmayan şiir de bu şekilde yıkılıp yok olmaya mahkûmdur.
Edebiyat teorilerinin tamamı, insanı merkeze alan ve asıl ilgilendiği sahanın insan ve edebiyat olduğunu, böylece ilmî gayelerle edebiyatın bilimini oluşturmayı hedeflediğini ifade etmeliyiz. Yöntem ve araçların teorilere göre farklılıklar gösterdiği muhakkaktır. Gerçekte teori; insanın ve edebiyatın üslendiği rol, etki, takip, aktarma, gelişme, dönüşme ve kültürel bir birikimin incelenmesidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.