CAMİLERİMİZ VE DİN HİZMETLERİ
Camilerimiz ve Din Hizmetleri konusunda ekim ayı başlarında bir yazı hazırlamıştım. Ancak herkesin övgü ile bahsettiği bir ortamda, ‘’öz eleştiri yaparak bazı usul hatalarımızı’’ dile getirmek belki hoşa gitmez, diye yayınlamamıştım. Geçen hafta Duyuru Gazetesinden Yaşar Şimşek bey’in ‘’Uzattıkça uzattı’’ başlıklı yazısını okuyunca bu yazımı yeniden gözden geçirip yayınlamayı düşündüm. Öncelikle Yaşar bey’e geçmiş olsun, diyorum.
Peşinen söylemeliyim ki; tüm din görevlisi kardeşlerim yaptıkları hizmetleri ‘’Allah rızası için ‘’ yaptıklarını, ‘’daha faydalı olurum’’ düşüncesiyle hareket ettiklerini çok iyi biliyorum. 1974-1984 Yılları arasında tam on yıl bu hizmeti bende ifa ettim. Ancak bu hizmeti yürütürken bazı usul hatalarımızı dile getirmekte fayda mütalaa ediyorum. Konya Yüksek İslam Enstitüsünde iken, İslam Medeniyeti Tarihi Öğretim Üyesi değerli hocam Doç. Dr. Hasan Özönder bey’in sık-sık tekrar ettiği bir sözünü daima hatırlarım. ‘’Müslümanların vusule eremeyişi, usul bilmediklerindendir.’’ Bazen de; ‘’Vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir.’’ Derdi.
Camilerimiz Allah’ın evleridir. İnsan da Allah’ın kuludur. Allah’ın kulu olan biz Müslümanlara da Allah’ın evini yapmak yaraşır. Ecdadımız camileri yaparken, camilerimizin estetik görünümüne ve mimari bakımdan en mükemmel olmasına özen göstermişlerdir. Fakat son yıllarda yapılan camilerimiz bir apartman görüntüsünde olup estetik yönü göz ardı edilmektedir. Yapılacak camilerimizin mutlaka Müftülüklerimizin denetiminde kurulmuş olan ehliyetli mimar ve mühendislerimizin onayı ve denetimi altında yapılmalıdır.
Camilerimizin iç dekorasyonu yapılırken tezyinattan anlayan sanat erbabının onayı alınmalıdır. Bir Nakkaş, bir sanatçıdan Hüsnü Hat veya tezyinatın şablonunu almış, önüne gelen camide aynı şablonu kullanıp para kazanmanın alışkanlığını sürdürüyor. Sanatçının kontrolü dışında yapıldığı için çok önemli hatalar oluşuyor. Halbuki, her caminin tezyinat işleri yapılırken nakkaşın elindeki kopyayı uygulamasıyla değil, o sanatın sahiplerinin kontrol ve denetimi gereklidir.
Diğer taraftan kenar semtlerde veya köylerimizde fırçayı eline alan cami boyamaya kalkıyor. Renk uyumu yok, renk tercihi yok, rastgele karalanıyor. Böyle olmaktansa beyaz badana ile boyanması daha evladır.
Değerli bir hocamın meşhur bir kelamı var. ‘’Müftüler vukuattan, Vaizler tulûattan, İmamlar zuhurattan kurtulmazlar.’’ Özellikle Cuma Namazlarında vaaz ve hutbelerimizdeki tulûatları biraz tadında bırakmamız lazım. Nice memur öğle arasında yemek saatinden fedakârlık edip Cuma kılmaya geliyor. Nice Öğretmen-öğrenci 5-10 dakikalığına cumayı kılıp görevime döneyim diye can atıyor. Kürsüye çıkan bazı görevlilerimiz cemaati yakalamışken biraz daha bir şeyler anlatayım düşüncesiyle uzatıyor. Hâlbuki orada bulunan pek çok kişi, işine gecikmenin verdiği rahatsızlık nedeniyle konuşulanları bile dinlememektedir.
İrticalen okunan hutbelerde de zaman sınırlaması kalkmaktadır. Hutbe uzadıkça uzamaktadır. Bir de son senelerde ikinci hutbe okunduktan sonra bazı hocalarımız seslice uzun-uzun dualar etmeye başladılar. Cemaat ta onların bu dualarına (amin) diye eşlik etmeleriyle daha da coşmaktadırlar. 1976 Yılında Bolu Diyanet Eğitim Merkezinde bir buçuk ay hizmet içi eğitimi görmüştük. Doç. Dr. Kemal Sandıkçı Hoca hutbeler konusunda şöyle demişti; ‘’Arkadaşlar, hutbenin Türkçe metnini beş dakikayı geçmeyecek şekilde ayarlayın. Mutlaka yazın fakat yazılı metin koskocaman dosya kâğıdına değil de, avuç içinize gelecek şekilde birkaç parça halinde olsun. Mutlaka hutbelerinizi birkaç defa evde okuyup öyle çıkın minbere.’’ Bunun üzerine pek çok arkadaşımız alttan alta tepki gösterip şöyle mırıldanmışlardı; ’’Haftada bir gün cemaatin çoğunluğunu ancak buluyoruz. Onu da kısıtlayıp hizmetimizin önünü kesmek istiyorlar.’’ Kemal Hocanın ne kadar önemli bir konuya parmak bastığını şimdi daha iyi anlıyorum. Zira hutbelerimizin çoğunluğu ya fazla uzatılıyor veya hatipler evde okumadan minbere çıkıyorlar. Bazıları Türkçe metni dahi anlaşılmaz hale getiriyorlar. Bir Ömer Öztop gibi her hatip hutbesini okuyabilmeli ve dinlediğinden de zevk aldırabilmelidir.
Hatırladığım kadarıyla 2003 yılında idi. Bir İlçemizin Din Görevlileri ‘’Kutlu Doğum Haftasında’’ konuşmacı olarak Konya İlahiyattan (benimde Tefsir hocam) Prof. Dr. İsmet Ersöz Hocayı davet ediyorlar. İlan edilen gün ve saatte halk toplanıyor. Salon tıklım-tıklım doluyor. Sunucu din görevlisi arkadaşımız nezaketen ilçe müftüsünü açılış konuşmasını yapmak üzere mikrofona davet ediyor. Müftü bey mikrofonu eline alıp bir konuşuyor, tam 1,5 saat. Yani 95 dakika. Sonra Esas konuşmacı Prof. Dr. İsmet Ersöz Bey, kürsüye davet ediliyor. Hoca aynen şu cümleleri söylüyor. ‘’Arkadaşlar, müftü bey konuşulması gerekenlerin hepsini konuştu! Ben eğitimciyim. Akşamın bu saatinden sonra bu insanları daha fazla bekletemem. Peygamberimizin(s.a.v.) bir Hadisi Şerifini okuyup ineceğim.’’
Elbette yapılan hatalar genellenemez. Ama, camilerimizde hizmet veren herkesin kürsüye veya minbere çıktığında cemaatin durumunu, hava şartlarını dikkate alıp gereksiz tulûatlardan kaçınması gerekir. Peygamberimizin (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifi ile sözlerimi tamamlıyorum.
‘’Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettimeyin.’’
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.