24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Ankara0°C

BURANIN SAHİBİ BİZİZ!

Cemal Kapan

20 Mart 2017 Pazartesi 09:56

Küresel bazı güçlerin özellikle Ortadoğu'da ortaya koyduğu politik tutumlar savaşları, kaotik süreçleri de beraberinde getiriyor. Bu politikanın tamamı da en temel insani krizine ve mülteci krizine yol açıyor.

Türkiye 3,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor, Avrupa ise komik rakamları ülkelerine kabul ederken, kimini duvarla kimini dikenli telle engelliyor. AB ülkeleri kabul ettikleri Suriyelilere de insanlık dışı muameleler uyguluyor.

‘Batı insanları değil sınırlarını korumaya çalıştı.’ Bu politika ile ‘Avrupa medeniyeti’ algısı çöktü. Avrupa Türkiye'ye ikiyüzlülük, küstahlık, şantaj yapıyor, gerginlik yaratıyor. Madem öyle Türkiye olarak biz de gitmek isteyen mültecilere izin vermeliyiz.

Hollanda'daki polis müdahalesi sırasında polis köpeğinin Hüseyin Kurt'un bacağını ısırdığı fotoğrafı kullanan De Telegraaf'ın 'Buranın sahibi biziz' başlığı kasıtlı atılıyor, yurttaşlarımıza buranın sahibi var, 'Ayağınızı denk alın ya da gidin’ mesajı veriliyordu.

Neler olduğunu kısaca hatırlarsak; 2016 yılının Haziran ayında Almanya Federal Meclisi'nin 1915 olaylarını 'soykırım' olarak niteleyen tasarıyı kabul etmesiyle ilişkiler ilk defa gerilmişti.Sonrasında 15 Temmuz'da yaşanan başarısız darbe girişiminin ardından Almanya'nın Köln kentinde düzenlenen "Darbeye Karşı Demokrasi Mitingi"nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın video konferans mesajına izin verilmemişti. Hadi belki bunu sindirebilirdik ama PKK terör örgütünün sözde yöneticilerinden Cemil Bayık’ın, Almanya’daki bir PKK toplantısına Telekonferansla katılmasına hiç ses çıkmamıştı.  En son olarak da Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas'ın gazeteci Can Dündar'ı yeni yıl resepsiyonuna konuşmacı olarak davet etmesi bardağı taşırmıştı.

Geçen hafta Almanya’da ki haftalık dergilerin tamamının kapağında Sayın Cumhurbaşkanımızın resmi var. Resmin altında Cumhurbaşkanımızı kötüleyen yazılar var. Bütün dergiler aynı resim ve yaklaşık aynı başlıkla çıkmış.

            Demokrasiyi savunan batının ikiyüzlülüğü bilinse de kimse Hollanda’nın diplomatik krize yol açan hamlesini beklemiyordu. Hollanda bakanımızın ülkeye girişine engel olduğu gibi, başka bir bakanımızı da elçiliğimize sokmayarak, göstericilerin üzerine köpek salıyordu. Bize de içimizden İT is Hollanda demek kalıyordu.

Hollanda, Avusturya ve Almanya'da aşırı sağ yükselişte. Her iki ülkedeki mevcut iktidar partisi de, daha önce Brexit sürecinde Türkiye korkusu ile kampanya yürüten Farage ve ekibinin kazandığı başarının parıltısından oldukça etkilendiler ve kendi ülkelerinde de yürürlüğe soktular.

Avrupa'da yaşanan her türlü olayı Türkiye bağlayan adamlar türedi, her kötülüğün sebebi Türkiye oldu. Almanya ve Hollanda, içlerinde barındırdıkları ama asimile edemedikleri Türk kökenli nüfusu tehdit olarak görüyorlar, yakından izliyorlar ve yönlendirmeye çalışıyorlar ama nafile. Batı Medeniyeti yaptıklarıyla Avrupa da bulunan ve çeşitli konularda yeterince zihni berraklaşmamış ya da kararsızların bile kararını “evet” yönünde netleştirmiş oldular.

            Batı bile diyor ki, Cumhurbaşkanı aynı Partiden, Başbakan aynı Partiden, Bakanlar aynı Partiden, meclisin çoğunluğu aynı Partiden peki niye sistem değişikliği istiyorlar?

Tam tersine Muhalefetin değişsin demesi lazımdı aslında çünkü onların iktidar olması mümkün gözükmüyor. Demek ki bütün güç aynı Partide iken sistem değişikliğini istiyorsa, mesele bunla ilgili bir mesele değil. Mesele istikrarın garanti altına alınmasıdır. Eğer geçmişteki gibi bir koalisyon tabloları ortaya çıkarsa, sistem içerisinde yeni tıkanıklar ortaya çıkarsa bu çağda Avrupa’nın bu meydan okumaları karşısında hiçbir şekilde ülkeyi yönetemeyiz. O sebeple Türkiye'deki istikrarı garanti altına alacak, sistem içerisindeki krizleri giderecek bir tabloyu ortaya çıkarmak zorundayız.

Genellikle referandumlarda sağlıklı kararlar verir. Bizdeki örnek, 1987 yılında, Turgut Özal‘ın zorlamasıyla gidilen ‘siyasi haklar’ referandumudur. Kıl payı ile de olsa, halkımız, askerler tarafından siyasi hayat dışına itilmiş olan önemli politikacıların yasaklarının kalkmasından yana oy kullanmıştı.

Yeni düzenleme ile birlikte 16 Nisan'dan sonra iktidarın oluşturulabilmesi için yüzde 50'nin üstünde oy gerekecek. Bu toplumsal kapsayıcılık çok önemlidir. Yüzde 50'nin üzerinde bir iktidarın oluşması için oy alınması demek şu anlama geliyor; farklı hayat tarzlarından, farklı siyasi kimliklerden çok fazla sayıda insanın bir araya getirilmesi mecburiyeti var. Bu da kendi insanımız arasında azami mutabakatın sağlanması demektir. Geçmişte gördük, parçalı iktidarlar aslında uzlaşma konusunda daha zayıf modeller ortaya çıkardılar. Ama yeni gelecek düzenleme ile birlikte en az yüzde 50'lik çok büyük bir mutabakat ortaya çıkacak

15 Temmuz gecesi Allah korusun Türkiye'de bir koalisyon olsaydı acaba bu darbeye bu kadar güçlü direnebilir miydik? Koalisyonlar kurulduğu zaman İçişleri Bakanı bir partiden, Dışişleri Bakanı bir partiden, Adalet Bakanı bir partiden oluyor. Onlar arasında partisel sebeplerden dolayı anlaşmazlık olduğunu düşünün o gece, 15 Temmuz darbe girişimine bu kadar kolay direnebilir miydik? 12 saat içinde bu darbe girişiminin engellenmesi ve Türkiye'nin normale dönmesi, milletin, şehitlerimizin, gazilerimizin fedakârlığının üstüne Türkiye'de güçlü bir siyasi yapı olması sayesinde oldu.

 

 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.