ATEŞLE OYNANMAZ !!!
Ateşin tarafı yoktur. Tutuştuğu zaman kuru yaş demez kül eder. Onun için ateşle oynanmaz. Ateşli konuşmalar bile bazen kavgaya dönüşür, kalıcı ve yıpratıcı tesirler bırakır.
23 Mart 2016 Çarşamba 14:38
Ateşi çıkan hastaneye koşar ateş düşürücü almak zorunda kalır. Cehennemin içeriği de ateştir. Neresinden bakarsanız bakın ateşin tek sevimli olduğu zaman kışın soğuğunda ısınmak için kullandığımız ateşle üzerinde yemek pişirdiğimiz ateştir. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar ateşten uzak durmak gerekir. Hele hele dilimizi ateşten daha beter kelimelerden muhafaza etmemiz elzemdir.
Konuyu uzatmaya gerek yok. Bildiğiniz gibi ateşli ateşli bir beddua videosu daha vizyona girmiş. Malum zat saydırmış saydıracağı kadar. Ellerini açıp beddua etmiş.
“Ey Rab sen her şeyi görüyorsun, Semi’sin (işitiyorsun), Basir'sin (görüyorsun) Bunları yapan ve bu yapılanlar karşısında şeytan gibi susan ne kadar insan varsa evlerine ateşler sal. Yerin dibine batır. En yakın zamanda kahrı perişan eyle. Kim olursa olsun. Bağışlayın zırvasından zirvesine kadar hepsini yerin dibine batır Allah’ım” demiş.
Konunun artık bu bir “beddua” idi veya “mülaane” idi gibi bir tartışma zeminine çekileceğini sanmıyorum. İlk gösterimde bunlar enine boyuna tartışıldı. Uzmanlar görüşlerini beyan ettiler. Herkes deliller sundu. Sundu da ne oldu. Bir adım mesafe alına bildi mi? Alınamamış olmalı ki ikinci baskı yayın hayatına merhaba dedi.
İster istemez bir muhasebe yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Evet, zorlu ve meşakkatli yollardan geçiyoruz. Dâhili ve harici bedbahtların her tarafımızı ateş çemberine çevirmeye çalıştıkları yetmiyormuş gibi bizden birileri dediğimiz kimseler vasıtasıyla da evlerimizden ateşleri eksik etmemeye niyetlendiklerini görüyoruz. Kısaca imtihan üstüne imtihanlara tabi tutuluyoruz. Bu imtihanlar sayesinde bir taraftan kişiliğimizi, kimliğimizi, karakterimizi, saygınlığımızı kısaca insanlığımızı gözden geçirirken, diğer taraftan ihlasımızı, samimiyetimizi, teslimiyetimizi, vicdanımızı imanımızı kısaca Müslümanlığımızı gözden geçirmiş oluyoruz.
Peki, ne yapalım o zaman, ne yaparsak selamete erebiliriz. Rehberimiz, yol göstericimiz ve Kitabımız olan Kur’an-ı Kerîm’de: “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf 18) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (SAV) de bizleri; “Kişi bazen mahzur görmediği değersiz bir söz söylediğini zanneder. Hâlbuki o söz sebebiyle, cehennemin yetmiş yıllık dibini boylar” (İbnMâce,Fiten,12) diyerek uyarmaktadır. Dolayısıyla bir Müslüman olarak, elimizden ve dilimizden hiçbir kimse zarar görmemelidir. Ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmeli ve ondan mesul olduğumuzu asla unutmamalıyız. Ağzımızdan çıkan kelimeler bizim iç dünyamızın dışarıya yansımasıdır. Üstat Necip Fazıl, meşhur Sakarya şiirinin bir bölümünde diyor ki;
“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.”
Birilerinin oluğundan varsın kir aksın, biz hakka teslim olup, iç dünyamızı kin, öfke, haset ve nefret gibi mikroplardan koruduğumuz müddetçe bizim oluklarımızdan nur akmaya devam edecek inşallah.
Yıllarını eğitime veren büyük bir ilim ve fikir adamı rahmetli Mahir İZ hocamız der ki; “Allah’ın ve Resulünün istediği Müslüman cami içinde anlaşılmaz. Cami cemaati veya Arafat’taki cemaat Allah’ın bin bir emrinden sadece ikisini yerine getirendir. Müslümanın hakiki ölçüsü cami dışındaki, muamelatından, işlerinden meydana çıkar.”
Artık hep beraber;
“Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim!
Sana Uymayan ölçü hayat olsa teperim.” Demeliyiz, diyebilmeliyiz…
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (SAV) hayat ölçümüz olduğu müddetçe istikamet üzereyiz. Bu ikisinden ayrı kalmanın, uzaklaşmanın bedellerini ödüyoruz hep. Yazık etmeyelim kendimize…
Selam ve dua ile…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Duyuru Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.