Hayata gelen her bebeğin göreceği bir yere asmak istiyorum: Anda kalmak mecburi değildir.
Yani bazen an'a "sen devam et yakalarım" demek de serbest... Kederlenmek de lazım kimi zaman, yoksa neden olsun ki içimizde bunca hissiyat... Çoğu da olumsuz üstelik. Zira amaçları mutlu etmek değil hayatta tutmak... Hep bir "En felakete odaklan yeter ki hayatta kal" modunda... Bir umursamazlık, bir "nasıl yaparsan yap"lar falan... O en felaketi anlayınca anlıyorsun ki an bir yere gitmiyor, kaçmıyor. Belki de ne var ne yok.
An güzel elbette, lakin aklında binlerce tonluk yükle yürümeye ve devam etmeye çalışırken anda kalmak çok kolay olmayabilir. Hani hızla giden arabanın camından güzel bir manzara görür de açıp kapıyı koşmak istersin ya… Bu halde anda kalmaya çalışmak araba 150 km hızla giderken kapıyı açıp koşmaya benzer.
Zihninin ve bedeninin anda kalmaktan daha önce yükünü bırakması gerekiyor. Onu bırakabilirsen anda kalmak bir çözüm değil tatlı bir fark ediş oluyor. Dünyayı müsterih bir biçimde algılamaya hazır oluyor insan…
İşte tüm mesele bu!
Anda kalmak bir çözüm aracı değil sonuçtur. Yükleri bırakmak zor göründüğü için anda kalmak, yani sonuca odaklanmak basit görünse de daha zordur. Bir örnek vermem gerekirse, düşünün ki arabanızla bir yolculuğa çıktınız ve yolda bir problem olduğunu sezdiniz. Siz probleme değil de yola veya arabanın diğer kısımlarına odaklanırsanız ne o yol biter ne de tam olarak yola odaklanırsınız. Hatta daha sonra problemin geçmediğini fark edince “O kadar uğraşıp, sorunu çözemedim.” deyip daha çok üzülürsünüz. Halbuki siz çözüme değil sonuca odaklanmışsınızdır. İşte bu sebep ile anda kalmak güzeldir, tatlı bir huzurdur belki Kalamış’tan… Ancak çözüm aracı değil, bir sonuç, belki çözüme yardımcı olabilecek bir parçadır.
Uzman Klinik Psikolog İlkay Dingeç
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.