22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Ankara12°C

40 YIL ÖNCE KİMSENİN AKLINDAN GEÇMEYEN SORU HEREKSİN GÜNDEMİNDE!

Haber7 yazarı Prof. Dr. Recep Bozdoğan koronavirüs salgını nedeniyle insanların evlerine çekildiği bu günler dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

40 yıl önce kimsenin aklından geçmeyen soru hereksin gündeminde!

31 Mart 2020 Salı 14:13

Bundan otuz, kırk sene önce insanların aklından bile geçmeyen 'Evde nasıl vakit geçireceğiz?' sorusunun gündeme geldiğini belirten Bozdoğan, "Her sorunu bir fırsat olarak görelim. Koronavirüs insanlığı eve kapatırken, biz evlerimize açılalım." dedi.
Ev bizim hem inanç sistemimizin hem de toplumsal yapımızın temel öğelerindendir. Kâbe-i Muazzama’ya “Beytullah” (Allah’ın evi) der, günde beş defa ona yönelir, dünyevî bütün meşgaleleri geride bırakarak Allah’ın huzuruna çıkar, dua ederiz.

İlk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya ve Kudüs-i Şerif’e Beytülmakdis (Mukaddes ev) der, üç semavî dinin “kutsal” gördüğü bu mekânı bir barış ve huzur diyarı olarak görürüz. İslâm tarihinin ilk bilim merkezi “Beytülhikme” (Hikmetler evi) adıyla kuruldu, dünya tarihine yön veren bilimsel çalışmalar gerçekleştirildi.

Peygamberimizin aile fertlerine “Ehl-i beyt” (Ev halkı) der, tâzim ve hürmette kusur etmeyiz. Gündelik hayatımızda Ehl-i beyt gibi olmaya çalışır, çocuklarımıza onların güzel isimlerini verir, Ehl-i beyt ahlâkı ile ahlâklanmalarını isteriz. Medeniyetimizde ayrı bir yere sahip olan “ev”, köşklere, konaklara dönüşerek tarih boyunca şehirlerimizin her yanını süsledi. Eve özel bir değer atfeden ecdadımız, dünya tarihinde mümtaz bir yere sahip özgün bir mesken mimarisi geliştirdi.
 

Memleketin her yanında farklı tarz ve üslupta tezahür eden bu özgün mimarî; İstanbul, Kastamonu ve Bursa’da ahşap, Afyon, Amasya ve Ankara’da hımış, Kayseri, Gaziantep ve Mardin’de taş konaklarda hayat buldu. Evin avlusuna “hayat” dendi, ev hayatın merkezi oldu, hayat eve sığdı. Çarşı, pazar, mahalle ve sokak ne kadar şense, ev de o kadar şendi.

Ev oturmaları, sohbetler, ziyafetler, misafir ağırlamalar her evin rutin faaliyeti haline geldi. “Bir mâniniz yoksa bu akşam size geleceğiz” sözü, âşina olduğumuz bir nezaket ifadesine döndü. Kendisi için bir şey talep etmekten hayâ eden insanlar için en zarif, en samimi “istek” ifadesi oldu. Eve gelen misafir en güzel şekilde ağırlanır, “henüz erken, biraz daha oturun”, hatta “bu akşam burada kalın” diye ısrar edilirdi. Yaşı kaç olursa olsun, çocuklar eve geç geldi mi anneye ve özellikle babaya açıklama yapar, âdeta hesap verirdi.

2 Ev insanın kalesiydi. Dış dünyanın bütün meşakkatlerinin, duvarlarına çarpıp geri çekildiği bir sığınak, bir korunak ve bir mutluluk yuvası idi. Çünkü mutluluk ev yapımı bir üründür. Maharetli bir annenin ellerinden saçılan lezzet, sofraları ziyafete çevirirken; ömrünü ailesine vakfetmiş bir babanın yüreğinden dökülen şefkat, aileyi çepeçevre kuşatır. Çok değil, iki kuşak öncesine kadar komşular ve hısım-akraba birer güvence kaynağıydı. Herkes birbirine hem vekil hem de kefildi.

Modernleşmeyle birlikte konaklar, köşkler, müstakil evler hızla hayatımızdan çıktı. Evler apartman dairesine, bahçeler balkona, hayatlar antreye, misafir odaları salona döndü. Geniş ve ferah evler bir bir kaybolurken, “salon salamanje”, “nohut oda bakla sofa”, “iki oda bir salon”, hatta “stüdyo daireler” hayatımıza girdi. Komşuluk, hısım-akrabalık ilişkileri hızla gevşedi. Geniş aileler küçülerek çekirdek aileye, çekirdek aileler parçalanarak atomize bireylere dönüştü.

Artık misafirler restoranlarda, kafelerde, çay bahçelerinde ağırlanmaya başladı; şaş kaza eve gelenlerin de “Ne zaman kalkacaksınız?” dercesine gözlerinin içine bakılır oldu. Misafir ağırlamaların yerini, gösteriş yarışına dönüşen ev partileri aldı. Mahallede, sokakta konu komşuya selâm vere vere yol alan insanlar gitti; asansörde yan yana dikilip birbirinin yüzüne bakmayan, karşı dairenin kapısı açılınca kendi kapısını kapatan, en zarif ifadelerle uyaran komşuna pompalı tüfekle saldıran “insanımsılar” türedi. Yaptığı yemeğe sevgisini katan hanımlar azalırken, sipariş yemekle çocuklarını doyuran kadınlar çoğaldı. Ailesine sadakatle bağlı beyler azalırken, hedonist arzuların peşinde koşan kocalar çoğaldı. Oğlan çocuklarında evin dışındaki hayata takılıp başına buyruk yaşama eğilimi pekişirken, kız çocuklarında evden kaçarak sosyal medyada tanıştığı insanlardan medet umma eğilimi arttı. İş hayatının girdabına düşen karı koca, aynı evde iletişim sorunu yaşarken, “nitelikli zamanı” tavsiye etmek psikologlara düştü.

Evler; işten, sosyal faaliyetlerden, arkadaş çevresinden fırsat bulundukça uğranan ve konaklanan barınaklara dönüştü. 3 Binalar yükseldikçe, apartmanlar rezidansa evirildikçe ve evler süslendikçe mânâ da ruh da kayboldu. Koronavirüs, modernleşen Türk insanına zoraki ev hapsi yaşatınca modern hayatın kenarına itilen aile yaşantısı yeni bir krizle yüz yüze kaldı: Eve kapanma. Bundan otuz, kırk sene önceki insanların aklından bile geçmeyen bir soru zihinleri meşgul etmeye başladı: Evde nasıl vakit geçireceğiz? Modern zamanların sunduğu bütün fırsatlara ve teknolojinin bütün imkânlara rağmen, günümüz Türk insanı tanımadığı kişilerle, yani eşiyle ve çocuklarıyla nasıl zaman geçirecekti, neyi paylaşacaktı? Ne güzel de alışmıştı Twitter’da, Facebook’ta, Instagram’ta, WhatsApp’ta tek başına takılmaya. Şimdi hiç tanımadığı bu kişilerin gözünün önünde rahat edebilir miydi?

Eskiden canı sıkılınca kafeye, kahvehaneye gider; arkadaşlarla gırgır şamata eder ve saatlerce hoş (boş) vakit geçirirdi. Kâh halı sahaya gider ter atar, kâh yüzme havuzunda stres atar, kâh alışverişe çıkar şöyle bir takılırdı. Hafta sonları bir piknik alanına gider mangal veya barbekü yapardı. Hiçbir şey yapamazsa caddede, sokakta, sahilde, kordonda yürür; kendince zaman geçirirdi. Çocuklar internetteki çizgi filmlerle, genç kızlar K-pop (Kore popu) ile, erkekler oyun siteleriyle, ev hanımları magazin programları ile vakit öldürürken ne güzeldi hayat. Nereden çıktı bu kahrolası taçlı virüs? Eve kapandık işte.Ne yapacağımızı da bilemiyoruz. Psikologlar, sosyologlar, pedagoglar, evlilik terapistleri ve iletişim uzmanları kanal kanal geziyor; parçalanarak atomize olan aile bireylerini moleküler yapıda tutmak için bilimsel tavsiyelerde bulunuyor. Haddimi aşmayacaksam birkaç tavsiye de ben edeyim. Eve kapanmayalım, evlerimize açılalım. Önce evimize ve ev halkımıza bakışımızı değiştirelim.

Evimizi Beytullah gibi görelim, bu değerli vakitlerde daha büyük bir ihlâs ve samimiyetle ibadet edelim. Evimizi Beytülmakdis gibi görelim, her zamankinden daha huzurlu bir mekâna dönüştürme gayreti içinde olalım. 4 Evimizi Beytülhikme gibi görelim. Eğitime, okumaya, öğrenmeye ve kişisel gelişime her zamankinden daha büyük bir hevesle odaklanalım.

Çocukların uzaktan eğitime ve e-öğrenme tekniklerine daha hızlı adapte olmalarına yardımcı olalım. Dersleriyle yakından ilgilenelim. Kendimizi ve ev halkını geliştirecek kitaplar okuyalım, belgesel filmler seyredelim, internetin yararlı içeriğinden azamî ölçüde faydalanmaya çalışalım, eğlenceli ve öğretici oyunlar oynayalım. Ev halkını Ehl-i beyt gibi görelim, Ehl-i beyt ahlâkı ile ahlâklanmak için bu günleri fırsat bilelim. Hısım-akrabayı her zamankinden daha sık arayalım, hallerini hatırlarını soralım, ihmal ettiğimiz zamanları telafi edelim.

Evimizi, atalarımızın zevk-i selimle inşa ettiği mekânlar gibi görelim, eksiğini gediğini gidererek yaşaması daha keyifli mekânlara dönüştürelim. Atalarımız “Bir musibet bin nasihatten evlâdır.” demiş. Her sorunu bir fırsat olarak görelim. Koronavirüs insanlığı eve kapatırken, biz evlerimize açılalım. Kalın sağlıcakla.
KAYNAK: HABER7

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.